Cuma, Nisan 26, 2024
AÇIK GÖRÜŞ

Dut Ağaçları ve Çocukluğum

Hacer Atalay

Yüksek bir tepede büyük bir dağa bakan şirin bir köyde dünyaya geldim. Mutlu huzurlu bir çocukluğum oldu. Güzel geçen çocukluğum beni her daim güçlü etti. Bahtiyardım, ikizimle beraber geldim dünyaya. Tek değildim her an beraberdim ruh eşimle ikizimle dostumla . İkizimle en güzel yıllarımız köyde dut ağaçların altında üstünde geçmişti.

Sabah horoz sesleriyle, Ali dayının “Hayvanları sürüye getirin!” naralarıyla uyanırdık. Sürüye hayvanları sabah bırakıp akşamüstü hayvanımızı beklemek acayip keyifliydi. Annem yazları sabah serinliğinde yayık yapardı, biz oturup izlerdik anamızı. Yayıktan bakraca ayranlar süzülürdü. Bez süzeğin üzerinde kalan mis gibi tereyağı alınırdı. Annem bize muhakkak bir zeytin büyüklüğünde tereyağını koparıp verirdi. Şifa niyetine yutun derdi. Süt makinesine verilen sütün kaymağından tereyağını elde etmek için serin geceler elektrik olmadığı için dolunaylı geceler beklenirdi.

Yazın damda uyurduk. Yıldızları seyrederken hayaller kurardık, yıldızları sahiplenirdik. Muhabbet ederek serin gecelerde huzurlu uykulara dalardık. Güneş bizi erkenden tüm sıcaklığıyla uyandırırdı.

İkizimle özgürce korkusuzca köyde her yeri gezerdik. Kimseden zarar gelmezdi. Kimse kimseye kötü gözle bakmazdı. Yaz bitiminde kocaman isli kazanlarda bulgur kaynardı. Bulgur mis gibi kokardı herkesten çok rahat bir şekilde  bulgur (hedik) isterdik.

Köyümüz küçüktü, sanırdım ki sadece burada hayat var buradan ibaret dünya. İlk elektrik ben 9 yaşında iken köye geldi 1984 yılında. O gün aydınlığa kavuşmanın heyecanını 7’den 77’ye yaşadık. Karanlık evlerimiz, sokağımız yavaş yavaş aydınlanıyordu.

TV ile ilk tanışmam 10 yaşında oldu. İlçeye ilk gelmem 11 yaşında oldu. Arabadan dışarıya şaşkın bakışlarım…. Ortaokul bitince sınav için geceden Sivas’a gelmem unutulmaz… Büyüdükçe öğreniyordum dünyanın kaç bucak olduğunu… Dut ağaçları bizim ikinci evimizdi. Çocukluğumuz, masumiyetimiz, arkadaşlarımız, çocuksu hayallerimiz hep orada kaldı. Hâlâ 3 dut ağacı dimdik ayakta tüm güzelliğiyle. Dağların arasında kayısı ve dut ağaçların çok olduğu bir tepedeydi köyümüz. Köyümüz adını bu tepeden alıyordu. Tepecik Köyü. Şirin bir köy…

Evimiz büyüktü 6 odası vardı. Uzun T şeklinde koridorunda bize keyif veren oyunlar oynardık. Evin altı odunluk, samanlık, ahır idi. 11 kardeştik. Babam köyün bilge imamıydı. Annem de bilge hatunu idi. Kendine has esprileri vardı.

Annem, özünü seven mükemmel bir Kürt kadınıydı. Kürt örf adetlerini yaşatarak asimile olmaya meydan okuyordu. Aynı zamanda ailecek kendi bahçe tarla işlerinde çalışıyorduk. İneğimiz, buzağımız, koyunlarımız, kuzularımız, tavuklarımız, kedimiz vardı. Babam pazara bakır bakraçta samanların içine yerleştirilen yumurtaları, emaye bakraca konulan mis gibi tereyağını satmaya götürürdü. Babamın kasabadan gelişini dört gözle beklerdik.

Soğuk kış günlerinde oturma odasında masallar anlatırdı büyüklerimiz. Türlü türlü eğlenceli oyunlar oynardık. Üşümesin diye yeni doğan kuzuyu buzağıyı sobanın yanında ısıttığımız olurdu. İkizimle severdik hayvanlarımızı. Kışın biz Kürtlerin kutladığı yılbaşını (Seri Sale’yi) kutlardık. Çocuklar komşulardan akrabalardan tereyağı toplar eve getirirlerdi. Mis gibi doğal tereyağından yemekler yapılırdı beraber yenilirdi. Kuymaklı, etli, patatesli kömbesi, bulgur pilavı, hingel yapılırdı. Annelerimiz kışın yün eğiriyordu. Ablalarım, yengelerim, komşularla imece usulü duvar kilimleri, yer kilimleri dokurdu.

9 yaşıma kadar köyde elektrik yoktu. Gaz lambası itinayla temizlenirdi. Gaz kuyruklarını hatırlıyorum. Tezek, kayısı odunu yakacaklarımızdı. Pil ile çalışan radyomuz vardı. Pencerede başköşede dururdu. Akşam saat 19’da haber bülteniyle evde derin bir sessizlik sağlardı. Radyo tiyatrosu, çocuk programlarını, türküleri keyifle dinlerdik. Okulumuz, caminin altındaki bodrum katıydı. Okula başladığım gün çok heyecanlı, bir o kadar da tedirgindim. Kürt olduğum için Türkçe bilmiyordum. Öğretmenlerim Türk’tü. Kürtçe bilmiyordu öğretmenlerimiz. Birbirimizi nasıl anlayacaktık. İlk gün ve birkaç hafta boş boş bakıyordum

öğretmenime… Yavaş yavaş Latin alfabesini ve de hiç bilmediğim bir dili öğreniyordum çok

zorlanıyordum. Öğretmenler Kürtçe’yi konuşmamızı her yerde yasakladılar. Neden yasaktı özüm olan anadilim? Hatta bizler birbirimizi ispiyonluyorduk. Öğretmenim falanca filanca şu bu o kürtçe konuştu diye “Allah Allah nasıl bir zulümdür bu?

İlk 10 Kasım Atatürk’ü Anma programını asla unutamam. Hava soğuk buz gibi dışarıda ayaz eşliğinde saygı duruşu kimse de çıt yok. Çocuk kalbimle olanlara bir anlam veremiyordum. Yıllarca her sabah andımızı okuduk. Kürt olduğum halde her gün yalan söylüyorduk Türküm…Varlığım Türk varlığına armağan olsun..Ne mutlu Türküm diyene… Ben bu yalanı söylemeye neden mecburdum?

Kendi benliğimizden gün gün uzaklaşıyorduk. Hatta bazılarımız artık Kürt olmaktan utanıyordu. Dilimiz özümüz asimile oluyordu. Peki neden? Kim istiyordu bunu? Tarih derslerinde yurdumuzu İngilizlerden Fransızlardan Kürtler, Türkler beraber kurtardığımızı öğrendik.

Neden devlet işgalci düşmanların dilleri; İngilizceyi Fransızcayı okullarda ikinci zorunlu ders olarak okutuyordu? Neden ana dilimiz Kürtçeyi öğrenmiyorduk? Anadilde eğitim

hakkımız niçin yoktu? Milyonlarca Kürt kardeşinin dilini Türkler neden öğrenmedi hiç? Neden

öğrenmek istemedi? Çocukluğumda en çok Mustafa Kemal Atatürk’ün neden Atatürk soyadını aldığını merak ettim. Milyonlarca Kürt yurttaşın atası olmayı neden istemedi? Nedir

Kürtlerin çektiği? Kürtlerden ne istiyorsunuz? Ne yapmıştı bu Kürtler ki bu kadar asimile ediliyordu. Kürtler ne Kürt ne de Türk oluyordu.

Üniversite yıllarında asrın müellifi Saidi Kürdi’yi tanıdım. Eserlerini okudukça kendisine saygım sevgim hayranlığım artıyordu. Bilime ilime edebiyata kattıkları… Yetiştirdiği talebeler birer pırlanta.. Irkçılık yapmadan bir Kürt olarak Türkiye halklarına âdeta ömrünü adayarak hizmet etmiştir. Hangi müellif bu kadar güzel eserler yazabildi ki.. Said-i Kürdi’nin hayatı cephelerde, sürgünlerde, zindanlarda geçti. Ama o yılmadan bu ülke ve halklarına hizmet etmekten geri durmadı. Eserlerindeki kendine has üslûbu takdire şayan. Saidi Kürdi’nin duruşuna hep hayran kaldım. Herkesimden okuyucuları toplumsal barışa katkı sağlamalı. Hele de şu dönemde Kürt Türk düşmanlığını tekrar alevlendirmek isteyenler… Bu hatanızdan dönün artık. Osman’lıya ihanet etmeyen daima destek olan Kürtleri olduğu gibi kabul edip anadilde eğitim almalarına eğitim vermelerine izin verin .Bu hak Kürtlerin en temel en insani hakkı. Bu temel hak ülkeyi bölmez bilakis toplumsal barışa büyük destek verir. Farklılıklarımız her zaman zenginliğimiz olacak. Çocukluğumdaki gibi beni ben yapan tüm değerler; özüm,dilim, kültürel değerlerim asimile olmadan yaşayacak nesilden nesile…. Ben doğduğum dilimle var olmak istiyorum. Dilime özüme katkıda bulunmak için elimden geleni yapmaya devam edeceğim.Gün gelecek bir yaz gününde dut ağaçların altında dut yerken kürtçe ezgiler şarkılar şiirler söyleyeceğiz….Özümüze döneceğiz …

**Bu makale yazarın görüşlerini yansıtır. Özgür Platform’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir