Kurumuş Ruhlar,Katılaşmış Kalpler
VAHAP AKTAŞ
KURUMUŞ RUHLAR, KATILAŞMIŞ KALPLER
Ezen-ezilen ilişkisi temelde adaletsizliğe ve insanın insana zulmüne, hak ve hukuk ihlaline dayandığından sorun tarihin evrelerini bırakılmaz. Bu durum “ahlaki” dir ve insan ahlaki olarak her türlü sınıfsal zulme, haksızlığa başkaldırmak durumundadır.
Bazı haksızlıklar vardır ki toplumda adeta herkesin gözü önünde işlenir, ama kimse bunu yüksek sesle dile getirmez. Herkes bu yanlışın farkındadır ama sanki bir sessizlik anlaşması yapılmış gibi hiç kimse müdahale etmez. Kırmızı Pazartesi romanında olduğu gibi, toplumsal kabullenmişlik karşısında kim ses çıkaracak? İşte tam bu noktada, ilk itirazı yükselten cesur seslerin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar.
Kimi zaman toplumda kökleşmiş gelenekler, eski alışkanlıklar veya güçlü çıkar grupları, yanlışın kabul edilmesine yol açar. Yanlış olduğu bilinen bir davranış veya durum, çoğunluğun suskunluğu sayesinde güç kazanır. Kırmızı Pazartesi’de Santiago Nasar’ın ölümüne sessiz kalan kasaba halkı gibi, toplum da kendi içinde yazılı olmayan bir anlaşma yapar ve suskunluğunu korur. Ancak bu, doğruyu yanlış yapmaz; aksine, her bir bireyin sorumluluk alması gerektiğini hatırlatır.
Bir Bireyin Cesareti Toplumu Değiştirebilir mi?
Tek bir sesin bile toplumu değiştirebileceği sayısız örnek vardır. Mahatma Gandhi’nin Hindistan’da başlattığı direniş, Martin Luther King’in ABD’deki eşitlik mücadelesi, Nelson Mandela’nın apartheid karşıtı duruşu, Emile Zola’nın Dreyfus Savunması… Hepsi, tek bir bireyin cesaretinin koca bir toplumu nasıl etkileyebileceğini gösterir. Bu tür insanlar yalnızca kendileri için değil, suskun kalmış kitleler için de konuşur ve bir değişim kıvılcımı yakarlar.
Toplumsal uyumun bedelini çoğu zaman bireysel sessizlikle öderiz. Bazen “grup düşüncesi” veya “doğrulama yanlılığı” gibi psikolojik eğilimler, bireyin haksızlığa karşı çıkmasını zorlaştırır. Kırmızı Pazartesi’de herkes Santiago’yu uyarmak istese de kimse gerçekten harekete geçmez. Bu sessizlik anlaşması, suça pasif bir onay vermek anlamına gelir. Gerçekte ise bireyin vicdanını uyandırması, toplumsal değişim için önemli bir adımdır.
Günümüzden Bir Örnek: Sessizliğin Bedeli
Bugün de pek çok insan, günlük hayatında yanlış olduğunu bildiği durumlara karşı ses çıkarmaz. Bu, bazen iş yerinde zorbalık gören bir çalışana destek vermek, bazen de toplumun kabullendiği haksızlıklara karşı durmak anlamına gelir. Ancak herkes sessiz kaldığında, yanlışlar büyüyerek bir norm haline gelir. Haksızlıklara karşı çıkmak, hem bireysel vicdanın hem de toplumsal huzurun gereğidir.
Sonuç olarak, toplumda bir haksızlık karşısında sessiz kalmak da bir tür suç ortaklığıdır. Haksızlık karşısında susmamak, toplumsal değişimin ilk adımıdır. Kırmızı Pazartesi’deki gibi bir hikaye yaşanmaması için, her birimizin vicdanında bir itiraz yükselmelidir.
Sınıf temelli bir toplumsal yapı değil, değer temelli bir toplumsal yapının teşekküllü için mücadele edelim.
Yoksa bad-el harab’ül Basra.