Salı, Aralık 3, 2024
AÇIK GÖRÜŞHUKUKİNSAN HAKLARI

Haklar Hiyerarşisi

ASLI AKDEMİR

“Konuşma özgürlüğüm olmazsa, ekmeğimi kimin çaldığını nasıl söyleyeceğim?”
Anonim

17 Ekim’de Yenigün Gazetesi’nin çalışanları, yöneticileri ve yazarlarını bir araya getirdiği buluşmasına katıldım. Kendimi farklı, çoğulcu, renkli ve samimi bir ortamın içinde buldum. Bu ortama KHK meselesi üzerine yazarak katkı koymak istediğimde Yenigün Gazetesi bana bu pencereyi açtı. İki haftada bir perşembe günleri size bu pencereden merhaba diyeceğim.

KHK ile görevime son verilmesinin 8. yılını sürerken, geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanlığı’nın Hayat Boyu Öğrenme kapsamında açtığı kursları incelemek için ilgili web sayfasına giriş yaptım ancak MEB tarafından sisteme girişimin kısıtlandığı uyarısıyla karşılaştım.

İlk aklıma gelen bu kısıtlanmanın KHK meselesinden kaynaklanabileceği olsa da, araştırmadan herhangi bir kanıya varmak istemedim. Bir yakınımın bilgileriyle, onun adına sisteme giriş yaptığımda herhangi bir sorunla karşılaşmadım. Kurslara katılım konusunda mevzuat değişikliği olup olmadığını öğrenmek için bakanlığın web sayfasını inceledim ve “MEB Hayat Boyu Öğrenme Kurumları Yönetmeliği gereği kurslarımız HERKESE açık ve ücretsizdir” ibaresine ulaştım.

İlgili soruya yanıt aramak için yaptığım araştırmada karşılaştığım bir başka bilgiyi Silvan Halk Eğitim Merkezi’nin resmi web sayfasında buldum: “Halk Eğitim Merkezlerindeki çalışmalara her yaş, eğitim, sosyal statü ve kültür düzeyindeki HERKES katılabilir.” İki ifade de kursa katılım konusunda herhangi bir mevzuat değişikliği olmadığını kanıtlıyor. Bu aynı zamanda KHK’lar eliyle yaratılan arafta yurttaşlığın getirdiği görmezden gelmenin, yok saymanın, itibarsızlaştırmanın sessizce, sinsice devam ettiğinin de kanıtı.

Bu yazının dümenini 8 yıldır yaşadığımız hak ihlallerinden ziyade, haklar arasındaki hiyerarşiye kırmak istiyorum. Uluslararası sözleşmelerde ya da devletlerin hukuk sistemlerinde bir hakkın, bir başka hakka üstün tutulması teoride söz konusu değil gibi görünse de kamu yararı, güvenlik, ekonomik kaynakların sınırlılığı, siyasi güç ve çıkarlar, olağanüstü dönemler gibi nedenlerle uygulamada haklar arasında bir önceliklendirme mevcut.

Bu durum devletlere hakları kendi sosyokültürel, politik ve ekonomik gerçeklerine göre yorumlama, eğip bükme ortamı hazırlıyor. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından alınan tedbirler kapsamında kamu yararı bahanesiyle potansiyel sakıncalı/terörist olduğundan şüphe duyulan yurttaşlara uygulanan hak kısıtlamaları ve engelleri, bu duruma somut bir örnek.

Bu görevi kötüye kullanma örneğinde, hakların mutlak olduğu anlamına gelen evrensellik ilkesinden çıkılarak, “kültürel göreceliğe” geçiş yapılmıştır. Söz konusu yurttaşlar yalnızca insan olmalarından doğan haklardan mahrum bırakılmışlar ve haklarının yalnızca belirli bağlamlarda geçerli olması, sınırlandırılması sağlanmıştır.

Bu denli esnek yorumlama ve uygulanmalar halkın, hak algısını da etkiliyor. Devletin eğip bükmesiyle oluşturulan yeni hak algısı ihlalleriörtbas ediyor ve toplumun olanları hileli bir ekrandan izlemesine yol açıyor. Bu da devletin algısının topluma da sirayet etmesine, bireylerin hak algılarının evrensellikten, kültürel kodların yarattığı bireysel hak anlayışına evrilmesine sebep oluyor. Bu evrilişevrensel fikir birliğinden çıkıp, göreceliliğe adapte olmayı da hızlandırıyor ve çarpık hak anlayışını yerleşik hale getiriyor.

Devletlerin varlıklarını sürdürmeleri için haklar hiyerarşisi yaratmaları bir yana, toplumun da bu tavrı ve tutumu kanıksaması, itiraz etmemesi hakları koruma adı altında yaratılan hak kayıplarını derinleştirerek kalıcı hale getiriyor.

Sosyal hakların daha az önemli olduğu düşüncesi yaygın bir yanılgıdır. Bu algı, Birleşmiş Milletlerin insan haklarının bölünmez, birbirine bağlı ve birbiriyle ilişki içinde olduğu prensibiyle çelişir. 1968 tarihli Birleşmiş Milletler Tahran Bildirgesi’nde bölünmezlik ilkesine dair, “İnsan hakları ve temel özgürlükler bölünmez olduğundan, ekonomik, sosyal ve kültürel haklardan yararlanmadan medeni ve siyasi hakların tam olarak gerçekleştirilmesinin imkânsız” olduğu ifadelerine yer verilir.

Bu prensip tüm insan haklarının eşitliğini güvence altına almasına rağmen, yine esnetilen uygulamalar haklara bakışı hiyerarşik bir konuma taşır. Bölünmezlik ilkesine göre ekonomik, kültürel ve sosyal hakların gerçekleşmesi, medeni ve siyasi hakların gerçekleşmesi kadar önemli olmasına rağmen hak hiyerarşisi bu bağlamda bir açmaz yaratır. Daha üst düzeyolduğu düşünülenya da acilgörülmeyen haklara erişimi öteleme, erteleme, önemsizleştirme temel kabul edilen hakların kazanımını da engeller ve geciktirir. Bunun tezahürü gizlidir, kolay görülmez. Basit neden-sonuç ilişkileriyle açıklanamaz. Daha girift, daha zincirleme sebep-sonuç ilişkileriyle belirgin hale gelir, görünür kılınır.

Yerleşik algıların sebeplerinden biri de analiz edilmeyen, görünmeyen, derin sebep(ler)-sonuç(lar) ilişkileridir. Sonuç olarak bütün haklara eşit yaklaşımın, idealize edildiği ve günümüz şartlarında ütopik bir durum olduğu algısı yaratılır.

Uluslararası sözleşmeler her ne kadar bölünmezlik ilkesini savunsa da, yine sözleşmelerde yer alan “askıya alınamayan haklar” hiyerarşi yaratmakta. Hangi hakkın askıya alınamayacağı, temel hak olacağı da yine devletlerin zaman, kültür, politik bağlam gibi öznelliklerine mahkûm ediliyor.Bir başka deyişle sözleşmelerle güvence altına alınan haklar, yeni ihlalleryaratıyor ve hiyerarşi, hak ihlaliyle sonuçlanıyor.

Tüm bunların toplamı da bizi şu noktaya götürüyor: Adil bir şekilde yargılanmadan mahkûm edilme, işkenceye maruz kalma, göçe-ilticaya mecbur bırakılma yoluyla gerçekleştirilen hak kayıpları, bir Halk Eğitim kursuna kayıt olamamaktan ayrı düşünülmediğinde, gerçek bir hak anlayışına kavuşacağız.

https://yenigun.com/makale/22226514/asli-akdemir/haklar-hiyerarsisi