Yusuf’a Mektup
Nurullah DÖNMEZ
Ellerimizi sıkı sıkı tutmanın gidişinle bir ilgisi var mıydı? Bu yüzden mi “son kez” dercesine öpücükler göndermiştin vicdan sahibi insanlara? Bu yüzden mi her gördüğümde el sallıyordun bizlere? O zaman mı karar vermiştin gidişine? Aklımda, Annenin arkasından ağlarkenki gözlerin kalmış, bir de boncuk boncuk gözlerinden dökülen kutsal yaşların. Sonra da hiç yaşamamışsın gibi, bir gölge misali çıkıp gittin aralık olan kapıdan. Ve ardından, cevaplanması gereken binlerce soru bırakarak.
İnsanlığın kendisine sorması ve kendilerinin cevaplamak zorunda olduğu binlerce soru.
Sahi sevmiş miydin bizi Yusuf’um? sevmiş miydin, sevgiye uzun zamandır nadasa kalan yüreklerimizi?, Ve hiç sevmiş miydin göğe en yakın olan bu durağı? Sevmiştin elbet, iki gözüm. sevmiştin. Ceylan’ın ve Uğur’un muştucusu, sevmiştin.. Öyle ya! Peygamberlerin bile terk ederken hüzünlendikleri bu göğe en yakın olan durağı kim sevmedi ki? Giderken, yüreğimizi, sönmeyen bir yangın yerine çevirmen, bu durağı her insan gibi senin de sevdiğini bildiğimizdendir…
Sevmiştin bizi. Hem de öyle böyle değil. Sevmiştin, çünkü gittiğinde göğsümüzde bıraktığın gözyaşlarının ıslaklığı var hiç dokunamadığımız. Boğazımızda bıraktığın bir düğüm ve hatıra olarak bıraktığın birkaç hediye oyuncaklarının masumluğu.
Sevmiştin burayı, yoksa hiç bu kadar acı verebilir miydi ellerinle dokunduğun göğe bakmalarımız?, Şarkılar hiç bu kadar anlam yüklenebilirler miydi? Şemsiyeler böyle ahenkle dans eder miydi Nisan yağmurlarında? Başka türlü nasıl bu kadar parlak olabilirdi, birlikte gökyüzünü seyrettiğimiz ağustos gecelerinin yıldızları?
Sevmiştin. Sana olan Özlemlerimizden biliyoruz, bizi sevdiğini!. Sevmiştin hem de delicesine. Yoksa nasıl izah edilebilir, o ağır hastalığını umursamayıp, gece yarıları çıkıp çıkıp hastanenin uzun koridorlarında dolaşmalarını?
Ayrıldık mı peki? Hayır. Hiç ayrılmadık ki seninle. Bir vedamız dahi yok kabullenmek için ayrılığı. Göğsümüzde hala ürkek bir seçe gibi sokulduğunu hissedip, kalp atışlarının yükselen ritimleri atıyorken, ayrıldık diyemeyiz değil mi? Dudaklarımızda o tuzlu gözyaşlarının tadı, boncuk boncuk gözlerinin sıcaklığında…
Ayrılmadık hiç. Beraber de değiliz! Öyle ise bu, boğazımıza düğümlenen nefessizliğimizin anlamı ne? Hala yaşıyorsak senin gibi meleklerin yüzü suyu hürmetindir, biliyorsun değil mi? Her nefes alışımızda, sana yaşatılanların, hiç bir çocuğa yaşatılmaması için mücadele edeceğiz. Sen yoksun belki ama , tüm kalbimizi yaşamak için can atan çocuklara feda edeceğiz. Sen yoksun ama birer birer solacak olan renkleri yaşamımızın baharında saklayacağız.ve hiç bir baharı kışın zemherisine emanet etmeyeceğiz!.
Belki de en güzeli, bize insan olduğumuzu ve insan kalabilmek için mücadele etmemiz gerektiğini hatırlatmandı hasta yatağından oyun oynama çabaların. imkansıza kafa tutmaktı seninkisi be çocuk! ve göğe en yakın olan bu duraktan, bizden bir an önce gidişin, gelmelerimizi hızlandıracaktır..
Bizi bekle çocuk!,
Beni bekle çocuk!
Kimsenin kalmadığı, masaların gelişi güzel sıralandığı bir meyhanede, deforme olmuş tahta sandalyelerde oturup, iki duble içtikten sonra, en güzel kafamla ben de geleceğim!.
Beni bekle çocuk! Faşist güçlerden kurtardığımız bir ülkede yaşasınlar diye, gökyüzüne yasaksız renklerle uçurtmalarını uçurabilsinler diye esmer yüzlü çocuklar; mücadelemi nihayete erdirip, ben de geleceğim.Ve bekle çocuk!
Yasaksız bir dille, tüm şiirlerimi yazıp, yasaklı bir halka emanet ettikten sonra ben de geleceğim.
Bekle beni çocuk!…
Nurullah DÖNMEZ