OHAL ve KHK Rejiminde Medyanın Rolü
Ahmet Erkan Yiğitsözlü
15 Temmuz sürecinin sürdürülmesinde ve hukuksuzluk sisteminin yerleşmesinde 1 numaralı unsur hükümetin propaganda unsurlarını elinde bulundurmasıdır.
21 yıllık Erdoğan rejimi devletin tüm demokratik tüm kurumlarını ele geçirme güdüsünün yanında özel sektöre ait etkili kuruluşları eline geçirdi yâda devlet gücünü kullanarak susturdu,
Devletin en etkili propaganda kuruluşu olan Devlet televizyonu TRT’nin sayısız tv ve radyo kanalı ile her il ve ilçede muhabiri bulunan Anadolu Ajansı aracılığıyla yaptığı hukuksuzlukları topluma sürekli empoze etti.
Anadolu Ajansı görsel, yazılı, sözlü ve sosyal medya haberleriyle tüm 100’lerce televizyon kanalını ve 1000’den fazla radyoyu besledi.
Enformasyon Bakanlığı yada İletişim Başkanlığı
Baskıcı rejimlerde görülen bir bakanlık vardır, hatırlayan olursa Körfez savaşında Irak Enformasyon Bakanı Muhammed Es Sahaf vardı. Sık sık ekranlara çıkar doğru olmayan bilgileri payşardı. Ha keza, Arap baharında Libya, Suriye, Yemen’de enformasyon bakanlarının kamuoyunu ve dünyayı yanlış bilgilerle enforme ettiğine şahit olduk. Ama bir isim var ki bu dünya tarihine geçti ve unutulmazlar arasına girdi. Bu Hitler rejimin propaganda bakanı Göbels’ti.
15 Temmuz sürecinde Enformasyon ve propaganda bakanlığı kurulmadı ama Cumhurbaşkanlığı bünyesinde İletişim Başkanlığı kuruldu. Kurumun başkanlığına Fahrettin Altun Atandı. Altun, hedefteki cemaate ait Fatih Üniversitesi’nin çalışanıydı. Anadolu ajansı, TRT, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü İletişim başkanlığı altında toplandı. Mecliste tüm milletvekilleri ve hiçbir bakan Fahrettin Altun kadar yetkiye ve güce sahip olamadı. Medyaya servis edilecek tüm bilgiler İletişim Başkanlığında hazırlandı sistemli olarak olarak medyaya sunuldu. İletişim Başkanlığı sosyal medyayı da boş bırakmadı AKP’li belediyeler tarafında istihdam edilen binlerce trol ordusu İletişim Başkanlığından servis edilen bilgileri yaydı. Hedefe aldıkları muhalif bir kişi yada kurumu anında bertaraf etme kabiliyeti kazandı.
Konvasyonel medyanın %95’ini kontrol eden AKP rejimine sosyal medyadaki binlerce trol ordusu da yetmedi. Bu amaçla yasal düzenleme yaparak kamuoyunda sosyal medya düzenlemesi olarak bilinen “sansür yasasıyla” sosyal medyada göre kamu düzenini bozmaya elverişli bilgiyi paylaşan kişi 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası alacak, sosyal ağ sağlayıcılarının internet trafiği bant genişliğinin yüzde 90 oranında daraltılabilecek yetkiyi hükümete verdi.
Cumhuriyetin 100. Yılında Dünya Basın Endeksinde 165. sırada
Bu antidemokratik uygulamalarla Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Sınır Tanımayan Gazeteciler raporuna göre: Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 165. Sıraya düştü. Cumhuriyetin 100. Yılında Türkiye, Kuzey Kore, İran, Sudi Arabistan, Küba, Venezüella gibi ülkeler liginde yer aldı.
Basının bağımsız olmadığı ülkelerde siyasetçiler ve bürokratlar ülkeyi soyar bundan kimsenin haberi olmaz hatta devletin propaganda gücüyle halk kendini soyanları alkışlar. Çünkü tüm doğrular yanlış, tüm yanlışlar doğru gösterilmeye başlanmıştır.
Muhalif görünen medya da rejimin nefret dilini kullandı
AKP Rejimi 15 Temmuz sürecinde özel gazete, televizyon ve radyoları da kendi haline bırakmadı. Toplumun literatürüne “Havuz Medyası” olarak giren tabirle özel medya kuruluşları ele geçirildi, devşirildi, içi boşaltıldı kamuyu halk adına denetleyen ve 4. Kuvvet olarak adlandırılan gazetecilik bitirildi. Tabii ki bununla da yetinmediler, TV dizilerinde senaryolar, sinema filmlerine devletin söylemleri hakim oldu. Ele geçirilmiş %95 Muhalif medyanın dışında yer alan Sözcü, Cumhuriyet, Birgün gibi gazeteler ile Halk Tv, Flaş Tv, KRT gibi ulusal televizyon kanalları muhalif görünümlerinin altında rejimin dil ve söylemlerini kullanmak zorunda kaldı.
Bir Ülkede 2 milyon Terörist Olur mu?
Ortada böyle devasa ve orantısız medya ve propaganda gücü karşısında 15 Temmuz menfur darbe girişiminden 5 gün sonra ilan edilen OHAL rejiminin hukuksuz uygulamalarına maruz kalan kişi ve kurumlar seslerini duyuramadı. 2 milyondan fazla kişi terör örgütleriyle irtibatlandırılarak soruşturma açıldı, yüz binlerce insan gözaltına alındı, tutuklandı ve işlerinden edildi. Bütün bunları olurken toplum duymadı, Toplum bir tarafa aynı apartmanda oturan bir KHK’lıdan komşuları bile haberdar olmadı. Hatta KHK ile atıldığı halde anne, baba ve kardeşlerine söylemeyen KHK’lılara rastladığımız oluyor.
Dünyanın gözünün önünde soykırım
Bütün bunlar toplumun ve dünyanın gözlerinin önünde oldu. En fazla 3 yıl yâda en fazla 5 yıl sürer denilen KHK uygulamaları 8. Yılına girdi. Haklarını aramaktan umudunu kesen yetişmiş yurttaşlar ülkeden kaçmak zorunda kaldı.
Oysa bir insanın “terör” ile suçlanması çok ciddi bir isnat iken toplumun ekserisi bu isnadı sorgulamadan kabul etti. Terör kelimesinin terminolojik olarak dünyada 100 kadar tanımı yapılmaktadır. Bu 100 tanım arasında iki ortak nokta bulunmaktadır bunlardan birisi silah kullanmak diğeri ise şiddette başvurmak.
15 Temmuz akşamı uçakları ve tankları dışarı çıkaranlar dışında hangi KHK’lı silah kullandı, hangimiz şiddete başvurdu?
Euronews muhabiri ve KHK TV editörü olarak 4 yıldır Türkiye’yi ortalama üç defa gezdim, binlerce KHK’lı ile temas kurdum, röportaj yaptım belgesel çektim. Çağrıldığım her polis ve savcı sorgusunda hep şu soruyu sordum: 15 Temmuz ile Muş Varto’daki hemşire arasında ne tür bir ilişki olabilir?
KHK’lılar ne yaptı?
Doğrudan 2 milyon kişiyi etkileyen cumhuriyet tarihinin en büyük sosyal ve hukuki sorunlarından biri olan KHK hukuksuzluklarına ne yazık ki KHK mağdurları gerekli tepkiyi gösteremedi. KHK’lıların %90’ını cemaat yada muhafazakar çevreden olmasını varsayarsak, bu kesimlerin devleti kutsama ve devletten korkma hak aramayı bilememe gibi gerekçelerle hak mücadelesi yapamadı, hukuki mücadelede de yeterli olamadılar.
15 Temmuz 2016 tarihinden 2019’a kadar geçen 3 yıllık sürede KHK hukuksuzluğuna dair birkaç istisna hariç bireysel ve grupsal olarak hiçbir eylem ve tepki ortaya çıkmadı. Akademisyen Nuriye Gülmen Yüksel Caddesinde başlattığı eylem Yüksel Direnişi olarak kayıtlara geçti. Veli Saçılık, Semih Özakça, Acun Karadağ gibi isimlerin eylemleri polis şiddetiyle dağıtıldı. Cemal Yıldırım, Mahmut Konuk, Melek Çetinkaya gibi bireysel eylemcilerinin sonu karga tulumba karakola götürülmekle sonuçlandı.
KHK’lı Platformları ve KHK TV
Darbe girişimin üzerinden 3 yıl geçtikten sonra KHK uygulamalarına itiraz eden bir sivil insiyatif oluştu. Adana merkezli bu oluşum KHK’lı öğretmen Münir Korkmaz ve Prof. Haluk Savaş’ın girişimleriyle kısa sürede diğer il ve ilçelere yayıldı. O günlerde ulusal ve yerel medyada seslerini duyuramayan bir grup KHK’lı Prof. Halkuk Savaş öncülüğünde YouTube kanalı kurdu. Kanal Twiter, Facebook, İnstagram ve Tiktok gibi mecralardan KHK’lıların acı hikâyelerini ve uğradıkları hukuksuzlukları duyurmaya başladı.
KHK Platformları ve KHK TV, 15 Temmuzun üzerinden geçen 8 yılda KHK’lıların seslerini duyurabildikleri tek mecra olarak yoluna devam ediyor.
KHK’lıların haksızlıklar karşısında sessiz kalması, Devletin bitmez tükenmez baskı ve propagandası, sonucunda 2 milyon doğrudan 8 milyon dolaylı mağduru olan bu sorunu topluma, devlete ve uluslar arası kuruluşlara duyurduğumuz söylenemez.
Bu kadar hukuksuzluk ancak Genel Af ile çözülür
Beraat ettiği ve takipsizlik aldığı halde işine iade edilemeyenler, 8 yılda mahkemelerinin sonuçlanmasını bekleyenler, geçinmek için şehir değiştiren, angarya işlerde düşük ücretle çalışmak zorunda kalanlar, sosyal haklarından mahrum bırakılanlar, toplumsal dışlanma ve izolasyona maruz kalanlar, ailesi dağılanlar, hastalıklara yakalanıp hayatlarını kaybedenler ve intihar edenler…
Geldiğimiz nokta bize toplumsal bir felaketi gösteriyor. Bu felaketten dönmek suçsuz insanları yeniden toplum ve devletle barıştırmak için Cumhuriyetin 100. Yılı bir fırsattır. 29 Ekim 2023’te ilan edilecek, genel yâda kapsamı genişletilmiş af toplumsal barışa katkısı tartışılmaz olacaktır.
Ancak toplumsal barışı sağlamış ülkeler refaha kavuşur.