Cumartesi, Kasım 9, 2024
AÇIK GÖRÜŞ

“Affedilecek Bir Şey Yapmadım” Konforluğuna Bir Eleştiri

“Affedilecek Bir Şey Yapmadım” Konforluluğuna Bir Eleştiri
1 Eylül, dünya genelinde ve ülkemizde barışın ve uzlaşının kutlandığı anlamlı bir gün olarak bilinirdi. Ta ki 1 Eylül 2016 yılına kadar. Bir gece yarısı kararnamesi ile (672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname) binlerce kamu emekçisi ihraç edildi, sorgusuz, sualsiz, haksız ve hukuksuz bir şekilde. Üzerinden 7 yıl geçti ve değişen hiç bir şey olmadı desek bile çok şey oldu.
OHAL/KHK’ları bahane edilerek özgürlüklerinden edilen bireyler, tutsak edildikleri cezaevlerinde ağır hastalıklara yakalandılar, kimisi vefatına yakın tahliye edildi; kimisi beyaz sandalyede kaldığı hücrede son nefesini verdi; kimisi revire yetiştirilmek üzereyken sedye üzerinde canından oldu; kimisi entübe edilmiş olmasına rağmen yatağına kelepçelenmiş halde hayata gözlerini yumdu…
Yüzden fazla insanımız kendi elleriyle yaşamlarına son verdi. Bunların hepsi yaşandı ve belki de nicesi daha yaşanacak… Bu durum, ülkedeki sosyal gerilimleri artıran ve birçok insanın ailesiyle birlikte yaşamını derinden etkileyen örneklerden sadece birkaçı… İhraç edilmiş olmanın yarattığı kaygı hali adalete ve hukuka güvenin zedelenmesine neden oldu. Sayısını bilmediğimiz kadar insanımız Meriç’e ya da Ege’ye doğru bu yüzden yola koyuldu. O soğuk ve derin sularda canından oldu.
Dün olduğu gibi bugün de yaşanılan her olay Türkiye’deki demokratik değerlerin sorgulanmasına ve insan hakları ihlallerinin tartışılmasına neden olmaktadır. 1 Eylül Dünya Barış Günü, bu gibi olayların hatırlanması ve benzer hataların tekrarlanmaması için bir fırsat olmalıdır. Barışın ve uzlaşının önemini vurgulayarak, toplumun birlikte hareket etmesi ve gelecekte daha adil bir dünya inşa etmesinin yolu buralardan geçiyor.
Yeni bir uzlaşının temelleri bireylerin mücadelesine, taleplerin doğru ve aktif şekilde sürekli ve tutarlı biçimde yapılmasına bağlıdır. Ülkemiz Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına doğru gidiyor ve yeni bir uzlaşının zemini hazırlanmaya başlamış gibi görünüyor. Buradaki asıl görev ise muhataplara ve mağdurlara düşüyor. Bahsettiğim konu genel af talepleri ve bu yönde yürütülen önemli çabaların varlığının artık kamuoyu nezdinde görünür olmasıdır.
“Genel af” ifadesinin bir hukuki terim olduğu gerçekliğini öncelikle içselleştirmek gerekiyor. “Af” ifadesi mağdurlarca ürkütücü, kabul edilemez ve aşağılayıcı görülebilir. Haklılar da, ancak kavramın hukuk tekniğine referans verdiği asla unutulmamalı ve buraya odaklanmadan taleplerin iletilmesi ve kamuoyu oluşturulması çok önemli.
Gelelim KHK’lıların ve pek tabi ki siyasi saiklerle tutsak edilenlerin olası bir genel afta kapsam içine dahil edilmelerine yönelik çalışmalara… “Affedilecek bir şey yapmadık” argümanıyla özellikle konuya yaklaşıldığını belirtmem gerekiyor. Evet! Af edilecek bir şey yapmadığımız ortada olmasına rağmen “hukuken bir hükmün” kurulmuşluğu ne yazık ki elimizi kolumuzu bağlayan durum… Ancak, mahpuslarda tutulanları hesaba katmadan bu tarz “konforlu” ifadeler çoğumuz için yaralayıcı olabilir. İfade hürriyeti kullandığı için suçlu ilan edilenler ve ilan edilenlerimiz, hasta, yaşlı tutsaklar, hamile anneler, çocuklu kadınlar, siyasi pozisyonu veya faaliyetleri nedeniyle suçlu görülenler, etnisitesi, aidiyeti nedeniyle suç isnat edilerek çürümeye mahkum kılınanları düşündükçe ve bunların her an biriyle karşılaşma olasılığımızın yüksekliğini aklımıza getirdikçe “genel affın” nasıl bir zorunluluk olduğunu sanırım anlatmaya artık gerek kalmayacaktır.
Bu konuda yaklaşımın şu olması kanaatindeyim. Olası bir genel af hazırlığının varlığı kamuoyunda ayyuka çıkmışken bu af durumu içerisine dahil edilmek üzere toplumsal mutabakatın oluşturulması ve baskı unsurlarının devreye girmesi için çalışılması, devletin ceza verme yetkisinden feragat etmesi gerekliliği, keyfi uygulamalara son verilmesinin ise güçlü bir şekilde dile getirilmesi önemlidir.
Ve tüm bunların olması, birlikte mücadele, ortak akıl, çoğulcu bakış açısı, toplumsal barışın sağlanmasıyla mümkündür. Lütfen bunu yapalım… Bunu yapacak gücümüz var yeter ki “kontrolsüz” olmasın…

Fatma AYPARÇASI