KHK Cehennemi İle Yandırıp Yeni Bir “Ben” Yarattınız!
Ey karanlığın zehrini içen katran suratlı muktedirler! Siz benim hayatıma dokunmadan önce, sadece ezberlediğim mesleki bilgilerimi tek düze bir şekilde, sınıfları dolduran esmer yüzlü, güneş bakışlı çocuklara bir ninni gibi anlatan sıradan bir öğretmendim. Her sabah sinek kaydı tıraşımı olan ve en güzel kravatımı, her yıl satın aldığım markalı bir-iki takım elbiseme uydurmaya çalışan sıradan bir öğretmen!..
Sahteydi gözlerimi kapatıp bir ritüel halini almış olan ders anlatmalarım. Sahteydi, ara sıra o esmer yüzlü çocuklara verdiğim nasihatler ve sahteydi bu memleketin geleceğiyle ilgili tüm kaygılarım ve hatta iliklerime kadar sevdiğimi düşündüğüm en kallavi sevdalarım…
Ölümler yaşanmasın diye, bedenlerini ölüme yatıranların her birinin yok oluşuna kimlerin yarattığını bilmediğim tanrılar adına rahmet okumalarım sahteydi. Özgürlüğe koşarken, kahpe kurşunlarla sırtından vurulup yere düşenlere olan merhametim de sahteydi. Hatta içten içe kızgınlığım bile olurdu o sırtından vurulanlara. Ama bir aidiyet kaygısından dolayı, onlara dizdiğim tüm methiyeler de sahteydi. Zira özgürlüğü sabahları yaptığım sinek kaydı bir traş, yılda aldığım bir iki takım elbiseye yakıştırmaya çalıştığım en güzel bir kravat ve akşamları ailemle oturduğum bir sofradan ibaret sayıyordum. Sonra öğrendim ki; o sofralar da, o sofralarda yapılan muhabbetler de sahteymiş ve hepsi de, yazılı olmayan karşılıklı bir menfaatten ibaretmiş. ( Belediyenin verdiği resmî cüzdanı saymazsak).
Bir şey eksikti hayatımda; beni var edip, varlığımın farkına vardıracak önemli bir şey. O eksik olan ‘şey’i bulunca yanıp küle dönüşeceğimi ve küllerimden, bir Anka kuşu gibi, yeni bir “ben”yaratacağımı biliyordum. Artık hiç bir zaman eski ben’e dönüşmeyecek olan bir “ben”…
Cehennem gibi yanmalarım olmalıydı olgunlaşmak için. Güneşin, dalında pişirip, daldan düşürdüğü olgun bir meyve gibi. Ancak olgunlaşan meyve düşerken, ben; aksine sımsıkı sarılabilmeliydim beni olgunluğa erdiren dalıma.
O beni yakıp, olgunlaştıracak cehennemi aklımın ucundan geçirmediğim bir anda, Hızır gibi yetiştiniz! Hem de kurduğunuz sistemin tüm kriterlerine uygun. TSE damgalı bir KHK cehennemiyle. Artık ben bir cehennemîyim! Yarattığınız sahte cennetinizin arka mahallesinde, alev püsküren nefesimle bir cehennemî! Ve yanıyorum olgunlaşmak için, hem de Yusuf’un yedi yıllık esaret hikayesini yerle yaksan eden bir esaretle… bana sunduğunuz, bu yedi yıllık cehenneminizde piştim mi? bilmiyorum ama tüm mazlumların sesini yüreğimin taaa derinliklerinde hissettiğimi söyleyebilirim. Fakat bunu size ispatlamak için kılımı dahi kıpırdatmayacağım.
Bana yedi yıl önce dayattığınız bu cehennemden sonra hiç traşlı bir yüzüm olmadı benim, hiç düzenli bir gelirim de. Ve en beğendiğim kravatlarımı, her yıl satın aldığım markalı bir-iki takım elbiseye uydurmaya çalışmaya çok yabancıyım artık ama aklım daha devrimci, gözlerim daha keskin ve yüreğim daha rahîm…
Artık Fırat ve Dicle gibi hareketli değilim. Deli dolu akmıyorum eskisi gibi belki ama Ağrı dağından yükselen güneşin merhametini yaymak istiyorum olgunlaşmayı bekleyen tüm buğday tarlalarına, Avesta’nın en kat-î emirlerine binaen ve bir Ézîdî’inin güneşe sunduğu saygı cömertliğiyle.
Al- yeşil duvağıyla, Mêm’e ulaşma hayalini kuran Zîn’e yaklaşmakta olan Beko’yé Êwanî’nin sinsiliğini Rostem’é Zâl’ın gürzüyle deviriyorum, cehenneminizden edindiğim bir olgunlukla. Artık kızıl bulutlar ardında inatla bekleyen güneşi ben doğuruyorum, güneşi doğuranlar adına ve güneşi doğurduğum yerden selama duruyorum, güneşe hasret tutsak yüreklere…
Ben bir hiçtim! ey Nemrut’ların gayri meşru Şamkatları!. Kocaman bir hiç!.. Beni; adına KHK denilen bir cehennemle yandırıp, bir “ben” ettiniz ki; adıma yurtsever, devrimci ve insan hakları savunucusu deniliyor artık. Beni ben eden tüm çabalarınıza müteşekkir olmalı mıyım bilmiyorum ama sizi kurduğunuz o sahte cennetinizde, simsiyah bir tabutta, simsiyah bahtınızla, simsiyah dünyanızdan varlığınıza binlerce lanet okunacağı bir yokluğa mahkum edeceğim…
Nurullah DÖNMEZ