Nurcan Kırca: Bir KHK İle Kökümden Sökülüp Atılacağımı Bilmiyordum
Her gün, her sabah sınıf kapısından içeri girer girmez başka biri olur, kendimi unuturdum…Büyülü bir aynadan farklı bir boyuta geçerdim…Dışarıdaki dünyama ait ne kadar yorucu , yıpratıcı iç sıkıntısı varsa hepsi üzerimden sıyrılır giderdi, yeniden yeniden yaşam sevinci ile dolardım…
O yıl, yeni bir okula tayin edilmiştim ve yeni bir sınıfım olacaktı. Bu da yeni hazırlıklar demekti…Yepyeni bir heyecanla tekrar işe koyulmuştum. ..Küflü duvarları en güzel renklerle boyatmıştım…Pembe fon perdeler, uçuş uçuş beyaz tüller yaptırmıştım…Kocaman kurdeleler fon perdelere tutucu olmuştu. Bin bir güçlükle kitaplığından mini kütüphanesine , çöp kovasına ,öğretmen masası ve sandalyesinden yazı tahtasına , projeksiyona, bilgisayar , fotoğraf makinesi ve güçlü bir ses düzenine kadar bambaşka bir sınıf yapılanması başarmıştım….Pembe boyasıyla pembe bir dünyaya açılan kapımızı da tüllerle süslemiş, sınıfımızın adını koca koca gösterişli harflerle kapının üzerine yapıştırmıştım. Okulda bir benzeri olmayan sınıfımız dikkatleri hemen üzerine çekmişti. Diğer öğrencilerin , kapıdan sınıflarını imrenerek izlediklerini gördükçe benim öğrencilerimin gözleri nasıl da parlıyordu görebiliyordum…Tüm hazırlık aşamaları bitince her birine saksısıyla birer çiçek getirme görevi vermiştim ve bakımı kendilerine ait olacaktı .Kısa süre içinde botanik bahçesinde ders işler olmuştuk. Sahiplenme ve birlik olma duyguları bu sayede o kadar gelişmişti ki sınıfı temiz ve düzenli tutmaları için bir kere dahi uyarmama gerek kalmamıştı. Zaten amacım buydu , biliyordum ki eğer sınıflarını severlerse benim yönlendirmem yeterli olacaktı. İşbirliği ve görev dağılımı ile her biri bir rol üstlenmişti.
Ben sınıfa girince ayağa kalkmalarını istemediğimi söylediğimde şaşırdılar ,çok garipsediler,. Bunun yerine onlardan öğrenci zili çalınca sıralarında sakince beklemeleri gerektiğini ve bana duydukları saygıyı göstermeleri için yeterli olduğunu anlatmıştım. Gerçekten de zamanla alıştılar ve sınıfça yerlerinde oturarak beklemeye başladılar. Önemli olan başlarında biri olmadan nasıl davranmaları gerektiğini bilmeleriydi. Birileri tarafından değil kendi kendilerini yönetmeleri benim için mesleğimin başarıya ulaşması demekti.
Her teneffüs bahçeye çıkıyor muhakkak hava alıyor ve hava ne kadar soğuk olursa olsun sınıfı tamamen boşaltıp havalandırıyorduk. Böylece duvarlar bir daha küflenmiyor ve sınıfımız tertemiz kokuyordu. Zaman geçtikçe bol oksijene o kadar alışmışlardı ki havasız ortama kendileri dayanamaz olmuştu.
Kırk tane öğrencim vardı. Kırk çift gözün üzerimde olduğunu hissederek her gün o sahneye çıkıyor oyunumu sergiliyordum. Dersleri fon müziği eşliğinde işlemek hepimize iyi geliyordu. .Müzik , sınıfımızı ders havasından eğlenceli oyun alanına çeviriyordu . Müziğin çocuklar üzerindeki gizemli etkisini fark etmiştim, neredeyse tüm derslerde notaların gücünü kullanıyordum .Bazen kendim de onlara şarkılar söylüyordum, hatta birlikte dans ediyorduk . Okulda zamanın nasıl geçtiğini anlayamaz olmuştuk..
Çok sevdiğim bir şarkı vardı , tekrar tekrar dinlerdim. Kendi kendime mırıldanırdım. Boş zamanlarımızda son ses açar ben de bağıra bağıra eşlik ederdim. Hemen hemen her gün defalarca dinlediğim olurdu diyebilirim. Elimde mikrofon varmış gibi yapar , sanatçı edasıyla aralarında dolaşırdım. Hep aynı şarkıyla hep aynı keyifle … Onlar da neşe içinde beni izleler, kıkır kıkır gülerlerdi…
Okul ve dersler tadına doyulmaz zamanlara dönüşmüştü. Birlikte geçirdiğimiz beş yılda her bir günün ayrı hikayesi yazılabilirdi.
Bir gün sınıfa girdiğimde hepsi birden ayağa kalktı. Şaşırdım, ‘Ne oluyor ?’dedim , hep bir ağızdan benim en çok sevdiğim şarkıyı söylemeye başladılar: ‘Sen Benden Gittin Gideli’…Donakaldım. Tüm sözleri ezberlemişler , güçleri yettiğince en yüksek sesle muhteşem uyumla o kadar güzel söylüyorlardı ki …Karşımda gördüğüm şey dünyanın en güzel korosu ,en güzel hediyesi , en güzel çocuklarıydı…
O gün bilmiyordum ,bugün aynı şarkıyı dinlerken hıçkırıklara boğulacağımı.
Neredeyse yedi yıl olacak , bir KHK ile kökümden sökülüp, ayrık otu gibi , bir kenara savrulup atılabileceğimi bilmiyordum ..
Az önce yine dinledim…Bugünlerden o günlere öğrencilerime yazılmış bir mektubu okuyor gibiyim :
”Öyle ağırım ki kendime, sen benden gittin gideli,
Tenim küs olmuş tenime sen benden gittin gideli,
Öyle bıkmışım ki kendimden , kurudum düştüm dalımdan,
Sanki ruhum çıktı canımdan sen benden gittin gideli.
Bir cefam vardı bin oldu, aktı gözüm yaşı sel oldu
Yaz baharım döndü kış oldu sen benden gittin gideli,”