Gece Yürüyenlerin Ülkesinden Alacağımız Dersler

Son günlerde İsrail’de bir takım halk hareketleri yaşanmakta. Olayları Türkiye’de  her kesim kendi fikrine göre yorumlamakta. Kimine göre İsrailde yaşananlar koalisyonun yıkıcı sonuçları, kimlerine göreyse İsrail Halkının demokratik bir tepkisi, kimi başkalarına göreyse bir halk ihtilali başlangıcı.

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun,  hakkındaki bazı parasal konularda açılması muhtemel davaların önünü almak veya davaları yönlendirmek amacı olan bazı mevzuat değişikliklerine, halkın bütün seviyelerinden bir tepki geldi. İddia: Netanyahu’nun niyetinin, kendisini yargılama yetkisi olan (ve ithamlar kapsamında muhtemelen de yargılayacak olan) yargı kademesini yine kendisinin oluşturabileceği bir sistem kurmak olduğuydu. Siyasiler ve yargı kadrosu dışında, diğer Devlet kadro ve kademelerden de çok net karşı çıkışlar oldu. Bir grup subay, Netanyahu’nun bulunduğu ortamda, marş söyleyerek durumu protesto etti, bazı İsrail diplomatları, ülke dışından istifalarını gönderdiler… farklı kesimlerden değişik tepkiler geldi. Nihayetinde de halk sokaklara çıktı ve yeni düzenlemeyi protesto etti. Şu ana kadar İsrail’de hiç bir hükümete karşı görülmemiş bir direniş yaşandı. Halk güvenlik güçleriyle karşı karşıya geldi. İnsanlar Parlamentoya girmeye çalıştı. Barikatlar ve sokak başlarında yakılan ateşleri bütün dünya ekranlardan merakla seyretti. Sonuçta da Netanyahu, düzenlemeyi askıya aldığını açıklamak zorunda kaldı.

Hazreti İshak’ın diğer ismi olan İsrael,“gece yürüyen” anlamına gelmekte. Gece yürüyenlerin ülkesinde, insanlar geceleri yürümeye başladılar. Bu yaşananlardan ne anlamak gerekiyor? İsrail Halkı niçin bu kadar sert bir tepkiyle yollara çıktı? Bir halkı tanımak için onun yaşadıklarını tarihini ve coğrafyasını bilmek gerekir,zira bir toplum için isyan olarak düşünülen şey, diğer toplum için sıradan bir günlük sosyal faaliyet olabilir.

İsrail’in devlet olarak resmi kuruluşu 14 Mayıs 1948. Bu, 1948’den hemen önce Yahudilerin Bu Topraklara gelip bir devlet kurduğu ve akabinde de bol miktarda Yahudinin göç ettiği gibi basit bir şekilde anlaşılmamalı.

Biraz eskilerden başlayacak olursak: Bölgeye daha 1800’lü yılların sonunda ve 1900’lerin başında göç eden Yahudi aileleri civardaki Filistin halkından satın aldıkları topraklarda çiftlikler kurarak bölgede bir Yahudi azınlığı oluşturmaya başladılar. Zamanla maddi olarak mesafe kat ederek bir nevi bölgeye tırnaklarını geçirdiler. (Yahudiler Filistine nasıl Döndü, Şerif Güralp). Bu çiftliklerde genelde badem yetiştiriciliği ve diğer zirai faaliyetler yapılıyordu. Ardından Yahudilerin, Filistin’e, -vaadedilen topraklara-ikinci dönüşü gerçekleşti, İsrail kuruldu. Yani 1948’de İsrail Devleti ilan edildiğinde, o topraklarda neredeyse bir nesildir yaşayan bir Yahudi azınlığı zaten bulunmaktaydı.

İsrail Devleti öyle bir coğrafyada konumlanmış ki bu coğrafyada bir Yahudi devletinin ayakta kalması ve Yahudi toplumun bu ülkede hayat sürmesi, ayda koloni halinde yaşamaktan daha zor.

İsrail bu coğrafyada varlığını devam ettirebilmek adına hep zinde, agresif ve planlı olmak zorunda oldu. Ülkede askerlik kadın (2yıl)-erkek (3 yıl). İsrail’in kendine has bir askerlik sistemi bulunmakta hem kadınlar hem de erkekler 2-3 yıl civarında askerlik yapmaktalar. İsrail ordusunda Sadece Yahudiler değil, Filistinli Müslümanlar da bulunmaktalar ve hatta Ramazan aylarında İsrail ordusundaki Müslüman asıllı askerler topluca iftar programları bile düzenlemekteler. İsrail ordusu ve emniyetinde Müslüman Araplar görev yaptığı gibi, İsrail Meclisi olan Kneset’de de Arap Müslüman parlamenterler mevcut.Sınır ötesinden (bilhassa Filistin tarafından) gelebilecek hava saldırılarına karşı meşhur “çelik kafes” erken uyarı ve savunma sistemi mevcut. (Çelik kafes, İsrail topraklarını hedef alan bir füze saldırısı sistem tarafında tesbit edildiğinde, otomatik olarak karşı bir füze ile havada imha edilecek şekilde kurulmuş. Sistemin bel kemiği Türkiye’deki Kürecik hava radar ve savunma üssü). Ülke çevre ülkelerle, bugüne kadar, hep aktif ve gerçekçi bir diplomasi sürdürdü. Bir tarihte savaşmış olduğu Mısır ile Gazze şeridinin ablukasında ortak hareket edebildiler. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleriyle yakın tarihte diplomatik temasa geçildi. Ürdün ile Batı Şeria’da ortak menfaat halindeler. Türkiye ile araları son yıllarda hep iyi oldu. Askeri ve ticari ortak antlaşmalar yapıldı. TSK’ya ait bazı silahların elektronik modernleştirilmesini İsrail yaptı. Ortak askeri eğitim programları yapıldı. (Yani, halka verilen illüzyonun aksine, asla kanlı, bıçaklı olunmadı).

Böyle bir coğrafyada yaşayan İsrail halkı, olan biteni hep yakından ve açık bir şuur ile takip edegelmiş. Hep alarmda yaşamanın diğer yönü de aktif bir sosyal ve siyasi hayat. Dolayısıyla tam bir tezat olarak, dış otoritelere karşı çok üstenci ve zapt edilmez duran Ülke’nin iç hayatında, halkın etkin olma aracı olan demokrasi anlayışı oldukça gelişmiş. Hükümetin alacağı her yanlış kararı, yine fert fert herkesin ödeyeceği şuuru insanlarda etkili olmuş gözüküyor.

İsrail Halkının bu hareketi, yüzyıllar boyunca oluşan bir kolektif şuurun dışa yansımasıdır. Halk tepkileriyle bir yönüyle şunu söylemektedir: “bu ülke sizin şahsi malınız değil dedelerimizin topraklarda teri var ve çocuklarımızın hakkı var, o yüzden gereğini buna göre yapın. Bu ülke size istediğinizi istediğiniz şekilde yapın diye verilmedi ; size oy verirken öyle bir şey düşünmedik” dedi. İsrail halkı “Size oy verdik, ülke sizin, istediğinizi yapın” demedi. İsrail Halkı, bir şekilde, kendi varlığını belirterek, vatandaş olmanın temellerini hatırlattı. Kendi seçtiklerine, asıl patronun kim olduğuna dair bilgilendirme yaptı.

Bir İsrailli sokak göstericisinin elindeki pankarttan da anladığımız kadarıyla, Onlar bizden –tersinden– ders aldılar. Biz de onların bugünkü yaşadıklarından ders alabiliriz.

Yani, bu toplumsal hareketten anlayacağımız ve çıkarım yapacağımız ne var?

Yani: Ülke üzerinde bizden önce yaşayanların emeği, bizden sonra yaşayacakların da hakkı varken, günübirlik ve şahsî hesaplar ile hareket edilemez.

Yani: Ülke kimsenin ferdî kullanımına ait değildir.

Yani: Ülkeye ancak yine halkın kendisi sahip çıkar ve korur. Bir ülkeyi kurtarıcıları değil halkın kendisi kurtarır. Kurtarıcıların ilk kurtaracağı şey asla, öncelikle Ülke değildir.

Yığın değil de millet olabilmek için, ortak menfaatlerde bir arada olma şuuru ve en başta da bu şuuru kavrayacak bir anlayış kapasitesine sahip olmak gerekiyor. Aksi halde, kendine her söylenene kanan, olayları okumaktan aciz, yönetilmek yerine güdülen bir kalabalık olma ihtimali vardır.

Anlayabilirsek eğer, yaşananlardan anlaşılan bu.

ERDAL ÇAKIR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir