Murat Sevinç: ‘Korku Duvarı’ Ne Anlama Gelir?
Nicedir sık işitilen ifadelerden biri, korku duvarı. Son olarak Ali Sunal’ın, TV gösterisinde deprem üzerine yaptığı kısa ve güzel konuşmanın ardından, bir kez daha yıkıldığı iddia edildi. Konu üzerine yorum yapan hemen herkes ve haber veren mecralar, korku duvarı metaforunu kullandı.
Korku son derece olağan bir durum, olgu, duygu. Aynı zamanda, içinde ‘insani’ geçen her yargı kadar toplumsal. İnsan toplumsal bir varlıksa -ki öyle- korkularımızı da öğreniyoruz demektir.
…
Deprem felaketi ve kamu yönetiminin de yurttaşla birlikte enkaz altında kalışına, insanın aklını yerinden oynatan tanıklıklara, dehşetli acıya, toplumsal ve siyasi trajediye birileri tahammül edemiyor, birileri de ediyor. Konuşanlar ile susanlar arasındaki fark için, korku duvarı dışında, daha açıklayıcı ve ikna edici sözcüklere ihtiyacımız var sanki. Zira belli başlı metaforlara gereğinden fazla başvurmanın ve tekrarın her davranışı meşrulaştırıp olağanlaştırma ihtimali var.
Korku hiç kuşkusuz olağan, çok korkmak da. O korkuyla yüksek duvarlar örmek de. Korkan insanlardan biriyim, ‘Korkanın anası ağlamaz’ öğütleriyle büyüdüm ve bugüne dek ‘cesurca’ sıfatını hak eden bir eylemim olduğunu düşünmüyorum. Korkunun ne olduğunu biliyorum, mesele bu değil.
Mesele, korkunun kalınca bir zırh haline getirilip bir parça karakter, dürüstlük, tanıklık gerektiren her durumda o zırhın kuşanılmasında. İnsanın o duvarı aşması teşvik edilmeli tabii, buna kuşku yok. Ancak muhayyel bir duvar, sorumsuzluk ve umursamazlığa meşruiyet kazandıran gerekçe haline getirilmemeli. Duvarı inşa eden, onu yükselten, tuğlalar dizilirken seyreden, o duvarı umursamayan ve hatta varlığından hoşnut olanlar da insan, yurttaş, toplumun bir ferdi. Korku duvarı da her duvar gibi, yalnızca onu aşmaya niyetli olanların önünde duruyor.