Unutmamak Gerekir Ki Son Söz Bizde!
Sabah kızımla birlikte hastaneye gitmek için otobüse bindik. Bizden sonra biri 5 yaşlarında biri ise bebek arabasında iki çocuğuyla bir anne daha sonra ise yine çocuk arabasıyla bir anne otobüse bindi. En son otobüse binen kadının çocuğu, bir elindekini yere atıyor bir ayakkabısını fırlatıyordu. Kadın en sonunda “of bıktım” vallahi demek zorunda kaldı. Bunu demek bir anne için çok zor bir kelimedir çünkü çocuğu çok etkileyeceği için anneler bu sözü söylediği için günlerce suçluluk yaşarlar ve bunu telafi edebilmek ve suçluluktan kurtulmak için olmadık şeylere evet demek zorunda kalırlar. Kadın bunu söyledi ve hemen insanlara baktı, çünkü bizde insanlar çok kolay yargılar. Annenliğini, kadınlığını ve hatta insanlığını çok kolay yargılama hakkı bulurlar kendilerinde. Bu rahatlığın nedenleri elbette bir çok faktörden oluşur ancak ben ne olursa olsun insanın bir başkası tarafından bu kadar rahatından yargılanmasını hadsizlik, pervasızlık olarak görüyorum.
Kadın of, bıktım dedi ve hemen kafasını kaldırıp bizlere baktı ve işte o an benim umudumu yeşerten tekrar tekrar insanlığa güvenimi artıran bir kadın sesi geldi. “yalnız değilsin, kendini kötü hissetmeyi bırak, ben de senin gibiyim, insanız anne olsakta hata yapma hakkımız var”, dedi. Ben bu diyoloğun her kelimesini kaçırmamak için çok dikkatlice dinledim. Bu diyologta her söz bana da iyi geldi ve kadınların birbiriyle dayanışma içinde oluşu beni çok içten mutlu etti. Kendi kendime dedim ki bu insanlar ne kadar iyi! İyi insanlar ne kadar çok, tanımadığı insanın yarasına merhem olmaya çalışanlar onunla hemhal olanlar ne kadar değerli!
Öğleden sonra atıştırmak için bir cafeye gittim. Cafeden içeri girdim, her yer doluydu sadece bir masada bir kadın yalnız başına oturuyordu, eğildim “masaya oturabilir miyim?” dedim. Kadın “elbette oturabilirsiniz” dedi. Tanımadığım O kadın çay içiyordu ve ben de kendime çay söyledim. Telefonu çaldı ve ben konuştuklarını ister istemez duydum. Kadın karşındakine telefonda “biz hassas insanlarız, her şeye iyi yönünden bakıyor, iyi kalmak istiyoruz ama Onlar kötüdür dikkat et kendine sonra başına iş açılmasın.” diyordu.
O an aklıma “kötülüğü hep başkasında mı arıyoruz” sorusu geldi. Bunun yanı sıra da “iyilik ve iyi olma ne kadar meşru, iyi olma hali ne kadar huzur veriyor insana” fikrini düşünmeden edemedim.
Yine yaşadığımız iki büyük depremin ardından henüz devlet mekanizması harekete geçmemişken, insiyatifsiz ve liyakatsız memurlar yukarıdan emir beklerken toplumun kendiliğinden harekete geçmesi, dayanışma örgütlemesi, dayanışma içinde olması, bir nebzede olsun yaraları sarmaya çalışması bana aslında insani ve iyi yanımızın ne kadar geliştiğini gösterdi.
Ancak tüm bu iyi kalma, iyi olma haline rağmen neden biz bu kadar kötü ve koyu bir karanlıkta yaşamak zorunda kalıyoruz.
Sizlerde fark etmişsinizdir ki gücü, iktidarı eline alan ve güçlü olan koyu karanlığı yaratıp yaşatırken, ölümün de kötülüğün de temsilcileridirler. Öte yandan aydınlığın özlemini duyan, yaşamın, aydınlığın ve iyiliğin egemen olmasını isteyen, güçten ve iktidardan uzak milyonlarca insan iyiliğin örgütlenmesi ve aydınlık yarınlar için umut etmeye devam ediyor ancak bu umudu büyütmek, yaygınlaştırmak ve örgütlemek için harekete geçmekten imtina ediyor, bir avuç insan, iktidara ve bu umut eden örgütsüz kitleye rağmen yaşamın, iyiliğin örgütlenmesi ve aydınlığın egemen kılınması için mücadele ediyor.
Neden biz, iyiyi bu kadar meşru görürken iyi olmak için çaba harcarken ölü seviciler, rant, talan, yağma politikaları yürütenler, doğal olayları, afetlere dönüştürenler, depremzedelerin acılarına gülenler, yaşananları kendi dışında görüp sorumluluk almayan, sorumsuzluklarını din sosuna bulandırarak açıklamaya çalışan iktidarlar tarafından yönetiliyoruz. Neden iyilik değil de kötülük bu kadar örgütlü. Neden biz iyiler, kötülüğün bu kadar örgütlü olmasından rahatsız olmuyoruz ya da var olan rahatsızlığımızı örgütlü bir güce dönüştüremiyoruz. İnsanlar, toplum, iyi olmak ve kalabilmek için çaba harcarken neden kendini yöneten karanlığa ve kötülüğe karşı ve iyiliğin egemen olabileceği bir yönetsel mekanizma kurmak için gerekli çabayı harcamıyor. Bu da biz iyi olan veya iyi kalmakta inat edenlerin kendi çelişkisi sanırım ve aslında bu çelişki bize dert olmalı değil mi? Bizler ya bu çelişki ile ömür boyu yaşayacağız ya da bu çelişkiyi ortadan kaldırmanın bakışını kuşanıp belli yol ve yöntem bularak harekete geçeceğiz!
Yine, vereceğimiz kararlarımızla ya iktidarların bize biçtiği kadere teslim olacağız ya da kendi kaderimizi belirleyerek yeni ve kendi kaderimizi yazacağız!
Unutmamak gerekir ki, İnsan tarihin öznesidir, değişir ve dönüştürür.
Son söz bizde!
Yurdagül ŞAHİN