Perşembe, Kasım 7, 2024
YAZARLAR

Medeniyetlerin Menfaat Çatışması

İnsan ve topluluklar ilk var olduklarından günümüze kadar benliği için en acımasız, en meşakkatli mücadelelerin içerisinde kendilerine zemin bulmuşlardır.

Düşünce sistemi, eserleri, var oluş anlamı farklılaşan insan toplulukları, faklı kültür ve medeniyetler teşekkül ettirmişlerdir. Ne kadar birbirlerinin geliştirdiği unsurlardan beslenseler de belirli bir dönemden sonra kültürel çatışmalar kaçınılmaz olmuştur.

İç çatışmaların yanında kültür ve medeniyetler arası çatışmalar da dünya tarihinde sıkça rastladığımız bir gerçek. Bu çatışmaların ana temel sebebi çıkar ve menfaat tabanlı olduğu da muhakkak.

Çıkara dayalı çatışmalar aynı kültüre mensup gruplar arasında da yaşanmıştır. Mesela Plep, Patrici ve Servler arası çatışma Roma’nın kendi iç çatışması ve hesaplaşmasıdır. Yine endüstriyel toplumlarda da iç çatışmalar yaşanmıştır.

Amerikalı araştırmacı ve fikir adamı Samuel Huntington 1993 yılında “Foreign Affairs” adlı dergide “Medeniyetler Çatışması mı?” başlıklı bir makale yayımlayarak sınıf çatışması tezine karşı alternatif bir görüş ileri sürmüştür. Makalenin gördüğü ilgi üzerine, yazar 1996 yılında “The Clash of Civilizations and the Remarking of World Order” (Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Belirlenmesi) başlıklı kapsamlı bir kitap yayımlayarak tezini genişletmiştir.

Huntington, medeniyetler çatışması tezinde Doğu-İslam dünyasının batı medeniyetine yönelik bir tehdit unsuru olduğunu savunmuş ve dillendirmiştir. Aslında Doğu-İslam dünyasının bu yönlü bir tehdidi yok ve olmamıştır. Batı dünyası emperyal bahaneler üretip Doğu-İslam dünyasını hedef göstererek esas niyetini askeri ve sivil diplomaside göstermiştir.

“Medeniyetler Çatışması” tezi kendine iki çatışma alanı seçmiştir. Biri “İslamofobi” (İslam düşmanlığı), diğeri de “antisemitizm” (Yahudi düşmanlığı) …

İslamofobi’ye yönelik filmi daha önce tekrar be tekrar Danimarka’da ve Hollanda’da izlemiştik.

Bu sefer İsveç’in başkenti Stockholm’de aşırı sağcı politikacı Rasmus Paludan’ın Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’an-ı Kerimi yakması, üzerinde farklı yönleriyle durulması gereken bir olaydır.

Rus yanlısı bir politikacının yaptığı alçakça davranışın Türkiye Büyükelçiliği’nin önünde bir gösteri edasıyla gerçekleşmesi olayı farklı boyutlara taşımaktadır.

Yıllardır her platformda ifade ettiğim bir tekrarım var. “Stratejiye karşı tepkinin hiçbir anlamı yoktur” diye…

Provakatif, kışkırtıcı ve tahriksel olaylara meşru zeminde tepki vermek en demokratik hak. Yalnız Müslüman dünyadaki ölçüsüz öfke yine aynı dünyanın şikayetçi olduğu “İslamofobi” nin maalesef ki en iyi propaganda malzemesi olabiliyor.

Stockholm’deki bu menfur olaya Rusya’nın bir istihbarat çalışması olarak bakmak çokta komplo bir bakış olmayacaktır. Özellikle İsveç ve Finlandiya’nın Nato’ya üye olma çalışmalarından dolayı Türkiye ile İsveç arasındaki diplomatik gerginliği daha üst düzeye taşıma hamlesi olarak da değerlendirilebilir.

Ayrıca Türkiye’deki seçimler öncesinde din referansından oldukça iyi beslenen siyasal iktidara bir hayat öpücüğü olabilir mi?

Olmaz, olmamalı da…

Uluslararası ilişkilerde bu tarz buğulu olaylara etkin diplomasiyle cevap verilmesi mühimdir. Anlık heyecana, sloganist ifadelere, hamasi tavırlara kapılmadan diplomatik bir dil kullanarak ülke çıkarlarını gözeten sorumlu bir tavır şart ve gereklidir.

Yaşanılan bu olay sonrası iç siyasette siyasi parti yetkililerinin ve sivil toplum örgütlerinin ülkemizde yaşayan Gayr-i Müslüm toplulukları ve ibadethanelerini ziyaret etmeleri dünyaya en güzel cevap niteliği taşıyacaktır. Bunu yapmakta geciktiğimizi düşünmüyorum.

Çünkü İslam Dünyası’na ve Türkiye toplumuna düşen, İslam dinini “şiddet dini” gibi gösterenlere karşı, onları haklı çıkaracak bir şiddet-çatışma değil, onları tekzip edecek bir olgunluk sergilemek olmalıdır.

Medeniyetlerin çatışmadığı, insanların ölmediği, çocukların özgürce uçurtma uçurduğu bir dünyaya uyanmak dileğiyle…

Vahap AKTAŞ