Bir KHK’li Olarak İsyan Etmemek İçin Hiçbir Neden Aramıyorum Artık!
Çatmak için de herhangi bir muhatap. Bahane üretmiyorum artık yalnızlığıma neden olan hiç bir olguya. Zulmün ayyuka çıktığı memleketimde, mazlumların sesini duymayan tanrılara da güvenim kalmadı benim . İplerini şeytanların tuttuğu mutluluk; bir daha geri gelir mi bilemiyorum ama gırtlağına kadar batmışken; Ahura Mazda dahil, hiç bir tanrı çıkaramaz insanlığın battığı balçıktan. Kendi göbeğimi kendim kesmeliyim, de!.Nasıl?
Bunun için İsyanı büyütmek lazım belki de. Zira, Ortadoğu’nun köhnemiş dogmatik kültürünü içselleştirmiş bir toplumun müstekbirleri haline gelenlerin hemen hemen hepsinin, tanrıların rolünü çalmak peşinde olduklarını ve hakka haksızlığı, hak bilenlere karşı bilenmiş, zehirli birer hançer olduklarını; tarihle az buçuk hasbihal edenler net olarak bilirler. Halktan çaldıklarını saymıyorum bile!. Ve fakat, öyle bir isyan olmalı ki yer yerinden oynamalı!. Nemrut’ları doğduğuna pişman eden İbrahimî bir ateş yakılmalı, Kawa’nın harladığı ateşte can çekişmeli Dehhaklar ve ateşten yaratılmış şeytanlar özlerine dönmeli sinsice. Ama hiçbir gül de incinip dalından düşmemeli.
Tabii olarak, isyan öncesi, nitelikli insanların olması lazım yanı başımda ama artık o da yetmiyor gördüğüm kadarıyla. Nicelik de gerekliymiş isyan ateşinin memleketin dört bir yanını aydınlatması için. zira, tüm gücünü kemiyetten alıp, keyfiyeti yerle yeksan eden Yezidi bir güç var karşımda. Ancak İsyanın, nisyandan geldiğini bilmeyen; insan ile beşeri, bir tutan ahmak bir güruhun da gerekli olduğunu düşündükçe; beynimde, Melayé Bateyi’nin şu sözleri yankılanır. “Eger sed salan di çalanda bimînim, her roj sed mar û dupişkan bibînim, ziviztana li ser avé bimînim, havîna pezé kovî biçérînim, di hevrazanda baré aşan bikîşînim; ne wek carek yekî ehmeq bibînim”. (Eğer yüzyıllarca bir kuyuda kalsam, her gün yüzlerce çıyan ve akrep görsem, kışları su üstünde kalsan, yazları yabani koyunlar gütsem ve yokuş yukarı değirmen yüklerini taşısam; bir ahmak görmek kadar acı vermez bana) ve İki kolum iki yanıma düşer yumruk şu bir halde ellerim. Gevşemez ellerim şefkatle okşamak için bir yetimin güneşten sararmış, aşk kokan saçlarını ve beynimin en ince kılcal damarlarında, intihar eden bir KHK’linin altı yaşındaki çocuğunun sesi yankılanır,
Çatışma çıkar içimde
Ve kırılmış bir dal gibi yere serilirim. Deliririm…
Bir isyanla, her şey düzelir mi bilemem. Ama en azında ferleri sönen gözlerdeki ateş olurum çocuklarına ekmek götürmeye çalışan KHK’li babaların. Umudu olurum kanserin pençesinde kıvranan Yusuf’un zindandaki annesine ve okyanuslarda yüzenlere Sandal olurum çürümüş bedenimle .
Sonra bir fırtına kopar sebebi mutluluğa düşman. Kuşlar, saçaklara sığınır çaresiz. Yuvası bozulur kırlangıçların. Sıcak ve kalın kürkleriyle nasihat eder sırtını mabetlere dayamış tuzu kuru softalar. İliklerine kadar ıslanmış amelenin “Şükür” tekrarları yakmaya yetmiyor odunsuz ocakları, boş tencereler de kaynamaz olur… Gecelerce kesilmiyor ağlaması; zındana tıkılmış, sütü eksik bir annenin kundaktaki bebeğinin . Yüreğimde akıl almaz bir isyan, bir feryat!..
Sonra, her isyan öncesi aşmaya çalışırım, önüme “günah” diye dizilen tüm engelleri. Tanımam köleliği dayatan kutsallarını papazların, müftülerin. Öbür dünyaya bırakmam gasp edilen haklarımın hesabını kahkaha atarken haramiler binbir odalı saraylarında. Bir Kawa’ya döner ruhum. Bir Kawa’ya ki, Dehaq’ların kafasına inercesine özgürce örse değer çekiç darbelerim.
Çocuklarıma pembe panjurlu evler bırakamayacağım belki. belki bir kavganın ortasında çıplak sırtımdan vurulacağım nevroz alanındaki Kemal Kurkut gibi ya da hücresinde, beyaz Sandalyede can veren KHK’li Mustafa Kabakçıoğlu olacağım. ama eylem ve isyanımla, neslime de umut aşılayacağım.
Kurduğum Tozpembe hayaller de bir yere kadar diyorum işte. Bir yere kadar örtmek üzerini gerçeklerin. Ağlaması dahi yasaklanmışken mazlumların; hiçbir şey yokmuş gibi davranamazdım. Affetsin beni, muştu salan gözlerine kurban olduğum esir sevdam. Ne kadar çok sevdiğimi biliyor oysa. Ama Duyarsız olmadığımı da.. ve kavuştuğumuz gün, bitmeyeceğini cehennemi dünyamın. Asıl sevdamın herkese adil bir dünyayı yaratmak olduğunu da biliyor tırnaksız parmaklarımla. İşte o zaman Cennete dönüşeceğini de, dokunduğum ne varsa… Yaşıyorsam; bırakmamışsam kendimi; gülebiliyorsam hala, geleceğini bildiğim içindir. Gecikmesine rağmen gelecek olan ADALET’in..
Ve Adaleti; muştu salan gözleriyle, esir sevdamdan bekliyor olacağım….
Nurullah DÖNMEZ