Cumartesi, Ocak 25, 2025
AÇIK GÖRÜŞGÜNDEM

Yaşadım Diyebilmek İçin…

Başlık benim değil bir kitap başlığı. Şu an hayatta olmayan Bulgar bir yazarın İkinci Dünya Savaşı yıllarında eşinin biyografisini anlatığı kitap.Kitap iki cilt. Birinci ciltte yazar Mitka Grıbçeva (Seni halk adına ölüme mahkum ediyorum.) kendi anılarını anlatmış. Yar yayınlarından çıkan bu kitapları herkesin okumasını önemle tavsiye ediyorum.Konumuz bu değil.İkinci kitabın başlığını (yaşadım diyebilmek için) aylarca hatta kaç yıldır çokça düşündüm ve her nedense etkisinde kaldım bu sözün.İnsan hayatına vurgu yapan kaç özlü söz var bunun gibi bilemiyorum.

Nasıl yaşamalıyız? Dünyadaki amacımız nedir? Bence bir insan cesurca bu sorulara cevap bulmak zorunda. Bu ve buna benzer  soruları hep kendime sormuşumdur. Bunların cevabını hiç düşünmeden vermek gerekse belki hemen şöyle cevaplarız; çalışmak, yemek, içmek, arzularımızın peşinde koşmak… Oysa bu cevaplar hep eksik kalıyor. Daha büyük hedefleri olmalı insanın. Küçük hayallerin peşinden koşmamalı, büyük düşünüp büyük yaşamalı ve geriye dönüp baktığında da “yaşadım” diyebilmeli.

Basit, sıradan,ucuz yaşarsın en kolayından ama dönüp geriye baktığında belki büyük pişmanlıklar duyarsın.Bir an düşünün; birilerinin gölgesinde yaşamışsınız, maddi dünyanın esiri olmuşsunuz ve ömrünüzün sonuna gelmişsiniz. Hayatın anlamını son anda keşfediyorsunuz ama geriye dönüş de yok. İnsanlık davasında güzel bir dünya kurma mücadelesi uğruna gözle görünür bir çabanız yok. Bir şey yapmamışsınız. Büyük pişmanlıklar; keşke böyle yapsaydım, bunu böyle yapmasaydım falan filan…Ne korkunç bir ruh hali! Bu yüzden hayatımızda pişmanlıklar, bu gibi keşkeler olsun istemiyorsak hayallerimiz ve amaçlarımızı büyük tutmalıyız. Öyle ki dünyanın, toplumun değişimine kendimizi adayabilmeliyiz. Tabi bu zor ve zahmetli bir süreç. Herkesin kaldıramayacağı ağır bedeller gerektiren bir durum ama bombaların, silahların patlamadığı, emek sömürüsünün olmadığı, halkların eşitçe yaşadığı, halkların birbirini boğazlamadığı, kadınların  öldürülmediği bir dünya için mücadele etmeye değer ve böyle bir dünyaya uyanmak mümkün.

Böyle güzel bir dünyaya kavuşmak imkan dahilinde. Sadece bir adım öne geçip mücadele etmeye bakar. Yoksa dünya malına fazla takılırsak ucuzlaşır, küçülür,  saman çöpü gibi savrulup yok olup gideriz. Hayatımızın özeti şöyle olmamalı: doğmamış gibi yaşamak, canlı bir ölü olmak ve böylece gelip, geçip,göçüp gitmek ve sonra unutulup gitmek…

Hayat içi boş, anlamsız bir hiç değil. Dayanışmayla, eşitçe, özgürce yaşanılabilir. Böyle bir yaşamı elimizin tersiyle itip kendimizi hiç yoktan sıkıntıya sokmak niye. Durduk yere kendimize ağır yükler edinmek akıl kârı değil.  Yok şu fabrikaya sahip olmak, yok şu gömleği giymek, yok şu arabaya binmek, yok şu güzel evi almak… Kendimizi neden böyle gereksiz yüklerin altına sokarız ki. Herhalde çatı katında ya da bodrum katlarında yaşayalım demiyorum. Tamam başımızı  sokacağımız rahat  bir evimiz olsun, bizi istediğimizde bir yerden bir yere götürecek arabamız olsun. Güzel bir işimiz olsun. İyi bir yuva kuralım. Ötesi için çabalamak ahmakça geliyor bana. Ötesi için  bir ömür tüketmeyi  anlamış değilim. Acaba kendimize eziyet etmeyi mi seviyoruz. Ya da hastayız da farkında mı değiliz. Sömürünün olmadığı, savaşların olmadığı, cinsiyet eşitsizliğinin olmadığı bir toplum; doğanın hoyratça yok edilmeği bir dünyada yaşamak varken bunca gürültüyü, eziyeti çekmek kaderimiz olmasa gerek.

Özetle hayat boş verilecek bir şey değil. Gün adamsendeciliği, duyarsızlığı, egolarımızı bir tarafa bırakma vakti. Gün dayanışma, yan yana gelme ve birlikte mücadele etme vakti…  Geleceğe kalmak istiyorsak, onurlu bir gelecek yaratmak istiyorsak, geçmişimizle gurur duymak istiyorsak, geleceğin eşitlikçi-özgürlükçü toplumunu oluşturmak için ve en önemlisi de “yaşadım diyebilmek için” sömürü düzenine ve onun araçlarına karşı tüm gücümüzle, bıkmadan, usanmadan direnmeliyiz.

Cengiz ZANA