Doğu Avrupa’da Kırılan Faylar ve Moskova Knezliğinin Sonu
Yıllar evvel Washington’da Johns Hopkins Üniversitesinde katılmış olduğum bir devletler tarihi sunumundan aklımda kalan bir kesit var: Tarih Profesörü hocamız sunumunda ilk çağlardan itibaren günümüze kadar dünyayı etkilemiş büyük devletleri topluca bir kronolojik grafikte bizlere aktarmıştı. Grafikte anlatılan şey, Eski Roma, Çin İmparatorluğu, eski Persler, Osmanlı İmparatorluğu, Britanya İmparatorluğu gibi tarihte etkili olmuş güçlerin, bir yükseliş trendi, bir pik zamanı ve takibinde de bir alçalma ve çöküş dönemi yaşaması, bazı ülkelerin de bir pik dönemine ulaşamadan alt seviyelerde dalgalanmalar yaşamış ve alt sıralara kaymış olmalarıydı. Sunumu yapan tarih profesörü, bize dönüp grafikte en fazla dikkatimizi çekenin ne olduğunu sormuştu. Ben (hatalı olarak) kendi bakış açıma göre, Osmanlı Devletinin grafiğine odaklanmıştım. Hoca elindeki lazer işaretçisini, grafikte üst sıralarda ve düz bir şekilde yatay devam eden bir çizgiye yöneltti. 1.500’lü yıllardan itibaren hep pik seviyesine yakın olup devamlı şekilde dünya tarihinde öne çıkmış etkili olmuş, o seviyede de kalabilmiş bu ülke Rusya idi. Bildiğimiz Rusya, bu çıkışına 1550’li yıllarda başlamıştı. 1550’lerde Altın Orda Moğol-Türk-Müslüman devletinin yıkılmasıyla bağımsızlığını elde eden Moskova Knezliği, Çar III. İvan’ın reformları ile gelişmiş ve Rusya Çarlığı adını almıştır. Çar olarak bilinen ilk hükümdar IV. İvan (Korkunç İvan) olmuştu. Daha sonraki süreçte, evvela Rus Çarlığı, sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve nihayet şimdi Rusya Federasyonu olarak hep zirveye yakın bir yerde ve bulunduğu bölgenin en etkili aktörlerinden biri olagelmişti.
Rusya yüzyıllar boyu, doğu Avrupa’nın en etkili gücü olarak hüküm sürdü, çevre kuşağı etkiledi yada en azından etkileme çabasında oldu-oluyor. Sir Halford J. Mackinder tarafından geliştirilen, “Kara Hakimiyet Teorisinin “ bir örneği olarak, her daim -en önde olmasa bile- ilk sıralardaki etkili güçlerden olageldi. (Mackinder’in bu teorisi; “Dünyanın kalbi Doğu Avrupa’dır ve Dünyanın kalbine hakim olan; dünya adasına, dolayısı ile dünyaya hakim olur” şeklinde özetlenebilir). Rusya bu coğrafi konumunu hep iyi kullanmıştır. Bu “Dünya’nın kalbinden”, dünyanın kalan kısmına hep fiziki-siyasi müdahelerle etki etmeye çalışmıştır.
Rusya, bazen kendi sınırlarını aşma anlarında, dış müdahaleler yaşamıştır. 1853-56 Kırım savaşı ve 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşlarında yolu diğer Avrupa güçleri tarafından kesilmiştir. (Kırım Savaşında, Fransa ve İngiltere’nin, Osmanlı’nın yanında, yer almasıyla Rusya’nın Karadeniz açılımı planı düşmüş, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşında da Yeşilköy’e kadar gelen Rus kuvvetleri, Avrupa’nın sert diplomatik baskısı ile geri çekilmiş ve Rusya’nın Akdeniz’e sarkmasının ve Osmanlı Devletinin belki de hesap dışı bir erken çöküşünün önü alınmıştır).
Daha sonraları da, Birinci Dünya savaşından bir devrim ile çıkan Rusya, artık yoluna Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adıyla devam etmiştir.
Rusya için bir kritik dönüm noktası da İkinci Dünya Savaşıdır. Her yönüyle bitme noktasına yaklaşmış iken, yeniden bir etkili güç, hatta zamanla (moda ifadesi ile) bir süper güç olma yolunda ilk adımlarını atmıştır. Rusya, İkinci dünya savaşından, hiç hesap edilemeyen büyük bir kazanım ile çıkmış, bir nevi dünyanın ABD’nin etki alanında olmayan kısmında tek etkili olmuştur. Tabi bunun sebebi, savaş sonunda, Yalta konferansında, belki de ABD tarafından düzenlenen yeni dünya düzeninde kendisine biçilen rol olabilir. (Hatta, Churcill, daha sonraları hatıralarında, Roosevelt-ABD tarafından, Stalin’e-SSCB bu kadar geniş bir nüfuz alanı verilmesinden duyduğu büyük hayret ve şaşkınlıktan bahsedecekti). Tabii Churcill’in belki de habersiz olduğu konu, tarihi müttefiki ABD’nin, dünyanın takip edecek senelerdeki güç denge planlarıydı. Bu planlarda, karşı odak olarak SSCB planlanmıştı. Avrupa değil. (Hatta bu yüzden de ABD bir Birleşik Avrupa fikrine hep mesafeli olmuştur).
Öyle veya böyle İkinci Dünya Savaşı sonrasında da (o zamanki ismiyle) SSCB yine yoluna bir küresel güç olarak devam edegeldi.
1991 senesinde, Bolşevik İhtilalinin sonu geldiğinde, SSCB dağılarak, Rusya Federasyonu ismiyle yoluna devam etti. Belki de, Doğu Avrupa steplerinde bir proletarya diktatörlüğü ancak bu kadar sürebilirdi. (Karl Marx, Das Capital’deki düşüncelerinin ne sermaye ne de gerçek bir işçi sınıfının bulunmadığı Rusya’da uygulanmaya çalışılacağını bilseydi, belki de kitabını hiç baskıya vermezdi).
Toplumsal dinginlik hiç yaşamamış ve sert iklimli bu topraklarda, gerçek ve Batılı anlamda bir demokrasi hiç yaşanamadı. Belki iklimin, belki coğrafyanın belki de sosyolojik yapısının etkisiyle, ismi ister Rusya Çarlığı, ister Sovyetler Birliği, isterse Rusya Federasyonu olsun, “Dünyanın kalbi” olan bu bölge, (Korkunç İvan’dan Alexander Putin’e kadar) çok sayıda diktatör, otokrat ve tek adam çıkarmıştır. 1999 senesinden beri Rusya’nın lideri olan Alexander Putin yine kendinden evvelki Rus geleneğini devam ettirerek ülkenin tek adamı olarak hüküm sürmüştür. Ülkede muhalefet bastırılmış, ülke dışına kaçmış, hapsedilmiş hatta Navalny örneğinde olduğu gibi zehirlenmiştir. Demokrasi özürlü bir ülke olagelen Rusya, günümüzde, genel olarak doğal kaynaklarının ihracına dayalı bir ekonomiye sahip, bunun yanında, bilhassa silah sanayiindeki teknolojisi, espiyonaj ve siber-teknoloji kaçakçılığına dayanan, ayrıca çok güvenilir olmayan bir hukuki sistemi olan (AİHM’de 13.650 başvuru ile Rusya Federasyonu’nu birinci) ve kurumların değil kişilerin ön planda olduğu bir ülke görünümü arz etmekte.
Ve günümüzde, Ukrayna işgali ile Rusya başka bir kritik boğazdan daha geçiyor. Tüm otokratların bir numaralı hedefi gücünü muhafaza etmektir. Putin’in Ukrayna’yı işgali de bir yönüyle bu gerçeğe dayanıyor. Rus halkı ile Ukrayna halkı uzaktan Slav kökenli olmak itibarıyla akrabalar zaten. Ancak hem Stalin, hem de Kruşçev zamanında, Ukrayna hep Moskova’yla sıkıntı yaşamış bir bölge. Putin Rusya’sının Ukrayna’ya karşı işgal girişiminde sebep, ister Ukrayna’nın NATO’ya giriş talebi, ister Rusya’nın eski büyük sınırlarına dönüş amacı veya isterse, Putin’in Rus halkına bir gurur kaynağı olgusu sunma gayreti, yahut başka her ne olursa olsun, kesin olan şey, artık hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağıdır.
Rusya’nın Şubat ayında Ukrayna’yı işgal girişiminin sonucunda Putin’in tahmini dışında kalan şey, Doğu Avrupa’da, bazı fay hatlarının kırılmaya başlamasıdır. Artık yeni bir temel oluşmadan durulmayacağı gerçeği de ufuk ötesinden flaş çakmaktadır
Aslına bakılırsa bu işgal, Rusya’nın Ukrayna’yı ilk işgali değil. 2014 senesinde Ukrayna toprağı olan Kırım yarımadası işgal ve ilhak edilmişti. Devamında da Kırım ile Rusya arasındaki bağlantı için, Kerç Boğazında 19 km’lik meşhur Kırım köprüsü yapılmıştı. Ancak, Rusya o tarihte, -henüz şartlar olgunlaşmadığından olabilir,- bu işgale karşı kuvvetli bir Uluslararası tepki ile karşılaşmamıştı.
Bir diktatör olmanın en kötü yönü, hiçbir şeyin aslında size iletildiği gibi ve göründüğü gibi olmaması. Test etmediğiniz hiçbir gücün gerçek ölçüsünü bilemezsiniz, karşı karşıya gelmediğiniz hiçbir gerçeği anlayamazsınız.. Rusya’nın 2014 yılında işgal ettiği Kırım’ı Rus ana Karasına bağlayan Kerç Köprüsü’nün başına gelenler, otokrasilerde, işlerin hiç de zannedildiği gibi olmadığına örnek olabilir. Yirmi ayrı şekliyle karadan, havadan, denizden ve hatta uzaydan -yunuslarla da dahil (her nasıl oluyorsa )- korunan ( yahut korunduğu iddia edilen) Kırım- Kerç Köprüsü geçen haftalarda saldırıya uğrayıp bir anda devre dışı kaldı. Bu fiziki ve maddi olarak Rusya’ya çok büyük bir sıkıntı vermeyecek bir durum -ki zaten hemen tamirine girişildi-, ancak psikolojik yönü ve propaganda etkisi daha fazla oldu. Rusya’da bazı şeylerin sadece propagandadan ibaret olduğu, gerçeklik yönünün çok şüpheli olduğu fikrini güçlendirdi. Rusya, Avrupa için önemli bir enerji tedarikçisi. Putin, elindeki enerji kozunu Avrupa’ya karşı hep kullanagelmişti. Eylül ayında, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in, Rus enerjisiyle alakalı, “Putin, tedarik zincirini keserek ve enerji piyasasını manipüle ederek enerjiyi bir silah gibi kullanıyor. Kaybedecek, Avrupa kazanacak…” şeklindeki sert açıklaması, aslında Rusya’nın karşısına kimleri aldığını da açıklar. Rusya sadece Ukrayna ile değil, onun arkasındaki ABD ve AB ile de karşı karşıya gelmiş halde. Batılı ülkeler hızla Rus enerjisine olan bağımlılıklarını azaltma yarışına girdiler. Bu konuda en tutucu olan Almanya bile ülkedeki Rus ortaklı doğal gaz dağıtım şirketine el koydu. Rus istihbaratıyla olası bağlantılarıyla gündeme gelen Federal Bilgi Teknolojileri Güvenliği Dairesi (BSI) Başkanı Arne Schoenbohm, geçenlerde görevden alındı. Bütün karşı kaldırımdaki ülkeler ve küresel şirketler Rusya ile ilişkilerini kısıtlamaya ve yaptırımlara başladı. Böyle giderse, ikinci aşamada, yaptırım ve kısıtlama uygulamayan ülke ve şirketlere de yaptırım ve kısıtlama gelebilir. Yani, Rusya’nın karşısında sadece uzaktan akraba olduğu Ukrayna yok. Bütün Batı ve hatta -kıyısından- Batı yanlısı olanlar da var. Herkes -olay bittikten sonraki- yeni statükoda yer kapmak için ülkesini şimdiden konumlandırma yarışında…
Diğer yandan, Rusya-Türkiye ilişkilerini, mevcut uluslararası konjonktür, dış politika gerekleri, bölge ülkelerinin genel tutumları, güç dengeleri,… kapsamında değerlendirmek biraz zor. Ayrı paktlara ait olmuş, tarihte çıkar çatışmaları yaşamış olan bu iki ülke, Suriye’de bazen karşı karşıya gelmesine, birbirlerinin uçaklarını düşürmelerine (2012’de İskenderun körfezinde düşen Türkiye’ye ait F-4 ve 2015’te Suriye sınırında düşürülen Rusya’ya ait SU-24 uçağı), Rusya’nın Irak bölgesinde, Türk tankerlerine hava saldırısı düzenlemesine (2015- Kasım) ve 33 askerin ölümüyle sonuçlanan Suriye’deki Türk birliğine saldırmasına (2020- Şubat) ve Suriye’deki diğer ufak-tefek yanlış anlaşılma kazalarına rağmen hep durumu düzeltmiş olmalarını, dış politika bilimiyle bağdaştırmak zor.
Bir taraftan Rusya’nın işgalci olarak tanımlandığı belgeyi, Haziran ayında, İspanya’daki NATO toplantısında imzalama ve diğer taraftan -artık alıcısı giderek azalan- Rus doğalgazını Avrupa’ya satmak konusunda aracı olma ve Rusya’ya uygulanan yaptırımlara katılmama kararlarını Türkiye’nin, hangi reel gerekçelerle aldığını anlamak gerçekten zihin zorlayıcı. Türkiye mevcut durumdan anlık bir fayda mı umuyor, yoksa uzun vadeli bir planın ön parçasını mı uyguluyor kavrayabilmek çok zor.
Aslında bu durum da gösteriyor ki, demek ki ortada bütün bilinen doneleri etkisiz kılan, -bizim habersiz olduğumuz- başka doneler var ve o doneler çerçevesinde, Rusya Türkiye politikası oluşturulmuş.
Sonuçta, Rusya, Ukrayna’da hiç öngörmediği bir sıkıntı yaşıyor. Ve bölgede hareketlenen siyasi fay hatlarının olumsuz etkisinden, Rusya ve (daha çok) Putin büyük zarar almadan kurtulma peşinde. (-daha çok Putin- zira otokrasilerde ülke, lider içindir).
Washington Post’taki bir dış politika yorumuna göre: belki de Putin için şu anda en iyi çıkış yolu, işgali hemen durdurup, Donbas ve çevresinde zafer ilan ederek, diplomatlarını uzun vadeye yayılı “Donbas’ta yaşayanların politik hakları ve yeni sınır tespiti” görüşmelerine başlatmasıdır. Bu yöndeki plan, bir çok Rus ileri geleni ve büyük bir halk kitlesi desteğini alabilir.
Rusya’nın karşısına aldığı ülkelerden, sadece ABD’nin 2020 yılı askeri bütçesi 728 milyar dolar iken, Rusya’nın bütçesinden ayırabildiği askeri harcama miktarı, 61 milyar dolar kadar. Bir rapora göre, geçenlerde, sadece bir günde Ukrayna’ya atılan füzelerin Moskova’ya maliyeti yarım milyar dolar.. Şu ana kadar, Rusya, ABD’nin Vietnam savaşında 20 yılda kaybettiği askerden daha fazlasını, Ukrayna savaşında kaybetmiş..(Independent). Rusya, karşısında kilitlenmiş bu güç topluluğuna karşı çok dikkatli adımlar atması gerektiğini biliyor olmalı.
Birçok Rus vatandaşına göre, savaş geçtiğimiz Şubat ayında değil, Eylül Ayında, Putin’in seferberlik ilanı ile 300.000 Rus vatandaşını askere aldığında başladı. Hemen ardından da askere çağrılma ihtimali olan binlerce Rus ülkeden ayrılmaya başladı. Londra’da konuşlu olan “Rusya anti savaş komitesinden” Mikhail Khodorovski’nin dediği gibi: Rusya’daki seferberlik ilanından sonra ülkeden kaçan asker kaçaklarından dolayı, Rusya Tarihte ilk olarak başka bir ülke tarafından işgal edildiği için değil, başka bir ülkeyi işgal ettiği için kaçılan bir ülke haline geldi.
Yakın zamanda, Rus Ordusunun yeni kuvvetlerini cepheye sürmesi ve ardından Çin ile Kazakistan gibi ülkelerin Kiev’deki temsilciliklerini büyük ölçüde boşaltmış olmaları, Rusya’nın operasyonlarının daha da sertleşeceği ve genişleyeceği intibaını vermekte. Tabii travma daha da genişleyecek.
1914 Bolşevik ihtilalinde Rusya gibi işçi sınıfının çok az olduğu (gerçi burjuva sınıfı da çok azdı) bir köylü ülkesinde Leninistlerin iktidarı ele geçirmesinin sırrı, o tarihte, Çarlık Rusyasının ekonomisinin kaldıramayacağı bir savaşa girmiş olmasıydı. Bugün de Alexander Putin, Rusya’nın ne ekonomisinin ne de sosyolojisinin kaldıramayacağı bir savaşa girmişse hiç beklenmedik sonuçlar yaşanabilir.
Bütün bunlara bakınca zihnimizde bir soru beliriyor: Rusya’nın yaklaşık 600 yıldır hep etkili olduğu bu coğrafyadaki başatlığının sonu mu geldi? 1.500’lü yıllardaki Moskova Knezliği’nin devamı olan Rusya, bu haşin tabiatlı, demokrasinin hemen hemen hiç uğramadığı, büyük kıyımların ve büyük acıların yaşandığı topraklarda, Doğu Avrupa’da, Dünya’nın kalbindeki varlığının minimize edileceği, ikinci plana itileceği bir sürece mi girdi?
Moskova Knezliğinin sonu mu geldi?
Acaba, Johns Hopkins Üniversitesinde, devletler tarihi sunumundaki grafik değişecek mi?
Erdal ÇAKIR