Öz Savunma!
Canlı cansız her varlık mevcudiyetini özgürce devam ettirmek, anlam bulmak, gelişmek, ilerlemek isterken aynı zamanda özünü de korumak ister. Kendisi olmaktan çıkarılmaya ve dıştan gelen bütün müdahalelere rağmen kendi olarak kalma eğilimdedir. Taş yerinde kalmak ister, gül dalında. Enerji harcamadan ne taşı kaldırabilirsin yerinden ne de gülü koparabilirsin dalından. Hepsinin kendine has bir savunma refleksi ve mekanizması vardır. Kendi özgürlüklerinde tepkiler verirler. Zaten tepki vermek de bir canlılık, yaşam belirtisidir. Kimi dikenini batırır kimi de boynuzunu. Doğa vahşi olduğu için değil, kendini savunmak doğal olduğu içindir bu tepki. Ne aslan vahşidir özünde ne de insan onca savaşa rağmen. Vahşi olan sermaye, vahşi olan iktidar, vahşi olan kapitalizmdir. Vahşi olan doğal olmayandır.
İnsan için kendini savunmak bir ‘hak’ olmaktan öte bir zorunluluktur. Bazı yaşamsal faaliyetler vardır; devredilemez ve vazgeçilemezdir. Biri diğerinin yerine su içebilir mi, nefes alabilir mi? İrade de böyledir. Temsili demokrasilerde olduğu gibi dört ve beş yılda bir zorunlu olarak bazı kliklere iradesini teslim etmek ve sonrasında hiçbir söz, tartışma ve karar organlarına dâhil olmamak; bu süre zarfında ‘iradesiz’ kalmak demektir. En önemli yaşamsal fonksiyonlardan birini terk etmek demektir. Çünkü politika günümüzde çarpıtıldığı gibi boş, gereksiz bir şey değildir. Hakikatin üretildiği temel alanlardan biri olup hayatımızı istesek de istemesek de kısa-orta-uzun vadede belirleyendir. Diğer alanlar; ekonomi, sanat, aşk olabilir. Savunma da en önemli yaşam reflekslerinden biridir. Biri senin varlığına kastetmek üzereyken tepkisiz kalıp görevli/sorumlu kuruluşları bekleyebilir misin? Başkası çıkarı elverdiği sürece seni korur. Ki bu kuruluşlar sermaye ve iktidar tekelinde olup toplumun varlığına en çok kastedenlerdir. Çok örtük oyunlarla bunu yaptıkları için görünmezler veya korku olduğu için kimse ‘kral çıplak’ diyemiyor. Halbuki toplum tümden silahsızlandırılmış, savunmasız bırakılmış ve tüm silah-kaynak-araçlar belli merkezde toplatılmıştır. Yoksa mevcut teknik düzeye ve toplumların haline baktığımızda arada uçurumlar vardır.
‘Yaşam Hakkı’ evrensel bir insanlık değeri olarak her yerde kabul görür. Birey hak ve özgürlüklerinin ABD ve AB gibi ülkelerde kabul edilmesi için binlerce insan diri diri ateşe atıldı. Şimdi kendilerini demokrasinin ve insan haklarının savunucuları olarak gösteren adalet mekanizmaları ihlallerden sonra devletlerde kusur bulurlarsa 3-5 bin para öder, böylece bir insanın ederini de belirlemiş olurlar. Bölgeden bölgeye de bu fiyat değişir. İşte kapitalizmin vahşiliklerinden biri de her şeye bir fiyat etiketi vurup Pazar çıkarmasıdır. Kaldı ki bireyin kolektif toplumsal haklarından zaten söz edilemez. Sanki toplum olmadan, kültür olmadan birey olunabiliyormuş gibi. Kendi zihinsel, kültürel, inançsal, geleneksel değerlerinden ve toplumdan kopan birey zaten ölmüş gibidir. Bir çelişki de doğruca burada insana dayatılıyor. Bireyin kendi yapısallıklarından ötürü ortaya çıkan haksızlık veya sorunlardan korur iddiasındalar. Genetik ve nükleer kirlilikle kansere neden olurlar ki daha çok kar için, sonra da kanser ilacı çıkarır, yine daha çok kar için. Bir de biz olmasak siz insanların hali duman demek için. Bir bankanın/şirketin yıllık karı milyon doları bulur. Bu kazanç tahterevalli gibidir; bir taraf bu kadar haksız kazanç elde ediyorsa finans oyunlarıyla; diğer taraf da o kadar açlığa, karın tokluğuna mahkûm ediliyordur. Asıl hırsızlık, yolsuzluk gibi olaylar da buradan doğar. Sonra güya gelir seni bunlardan korumaya çalışır, halbuki kendisi en büyük hırsız.
Bütün bu sorunlar, kafa karışıklığı ve çelişkiler karşısında son dönemlerde insanlar araştırma ve arayış içindeler. Politikaya ilgi artmış ki bu da sistemi rahatsız etmekte. İnsan zekâsı ve düşünce gücü, sorun çözme yetisi artık geniş kitleleri hareketlendirmekte. Doğadaki en gelişkin canlı, mevcut zekâ düzeyiyle tabii ki insandır. İnsan ve topluluklar için varlık sorunu salt fiziki olamaz ki insan türünün böyle bir sorunu yok zaten. Bilinç ile insan anlamını ve farkını ortaya koyar, toplum form kazanır. Evrendeki anlam arayışı en çok insanda yoğunlaşmışken (ki Kuran’da dahi “Ben gizli bir hazineydim, istedim ki bilineyim.” Sözüyle anlama, kavrama sorumluluğu insana verilmiştir.) en çok kendisine yabancılaşan, en çok kendisi olmaktan çıkarılan varlığın da insan olmasını nasıl açıklamalıyız? Köleliğe at direnmedi. İnsanlık ki hala direniyor. En kapsamlı ve planlı saldırılar en gelişmiş alana yapılır elbette. Toplumun özünde ahlaki ve politik olduğunu bütün arkeolojik, sosyolojik bilimsel çalışmalar göstermektedir. Günümüze kadar gelen direniş geleneği de gücünü bu özden alıyor esasen. Bu direniş geleneğinin tarihinin artık yazılması, geliştirilmesi lazım ki toplum kendisini artık başarıyla savunabilsin. En gelişmiş varlığın “öz savunma”sı da en anlamlı, en bilinçli olmalıdır. Toplumdan koparılmaya inat toplumsal olmalıdır. Saldırıların tüm boyutlarına karşı olmalıdır. Öyleyse öncelikle toplumun kendini tanıması, ahlaki-politik yapısını bilince oturtması lazım. Duygusal parçalanmışlık ve zihinsel çarpıklığın giderilmesi lazım. Çünkü öz kalmazsa savunulacak bir şey de kalmaz. Öz kalmazsa savaşların bir oyundan farkı da kalmaz. Vahşi, tüketici bir oyun. Ne için, kime hizmet ettiğini bilmeden ölür çoğu cesur savaşçı dahil.
Devasa ölüm makineleri, uzay araçları, nükleer bomba dahi daha çok caydırmak içindir. Kontrol etmek algı yaratmak için kullanılıyor. Her şeyin bu kadar küreselleştiği günümüzde savaşın %90’ ı psikolojiktir, ideolojiktir artık. İnsanı kendisi olmaktan çıkarıp toplumsallığı parçalamak için bunları çok da kullanmıyor. Var olan çelişkilere ek olarak çelişkiler yaratarak bunlardan yararlanıyor. Zihinsel kodlarla oynayıp çarpıtıyor, toplumu apolitikleştirip öz yönetimsiz, öz savunmasız bırakıyor. Ezbere alıştırıp düşünme yetisini felce uğratıyor. Bolca üretip reklamlarla güdüleri körükleyip tüketimi endeksliyor. Bilinç düzeyi yükselmiş, zekası gelişmişken küçülüyor büyümesi gereken insan. İşte çelişki! İnsanlık değerleri evrenselleşiyor ama insan bireyciliğin dibinde kıvranıyor yalnızlıktan kalabalıkların içinde. İşte vahşilik! Öz savunmanın gereği olarak toplum kendini tanıması, ihtiyaçlarının kendi doğasına uygun bir tarzda karşılayacak yapılanmalara gitmesi lazım. Tüm bu yaşamsal alanların boş bırakılması ve tekellere havale edilmesi en büyük savunma zaaflarıdır tolum için. Adeta düşman kaleyi içten fetheder. Öz savunma bir anlamda da demokratik siyasetin yoğunlaştırılmış bir ifadesidir. Toplum üzerinde her türlü söz, karar ve uygulama “hak”kına sahip bir yapılanmada gasp doğar, sermaye doğar, iktidar doğar. Bu yapılanma ister devlet olsun isterse başka bir şey varacağı yer aynıdır. Toplum demokratik siyasi iradesinden vazgeçip bunun bilincinde olmazsa o toplum olmaktan çıkmış, bitmiş demektir. Faşizmin sürü kitlesi olur. Hayvan dahi olamaz çünkü hayvanlar kendi doğasında olanı yaşar.
Tabi ki demokratik siyasi iradeyi geçerli kılacak, içten ve dıştan her türlü tehdide karşı koyacak, askeri anlamda öz savunma birlikleri de olacak. Savunma olmazsa öz de korunamaz. Savunma birliklerinin denetimi de demokratik organların kontrolünde olmalıdır ki buradan da ayrı bir tekel doğmasın. Daha binlerce yıl önce site devletlerinde halk meclisleri orduyu denetliyordu. Generalleri de kendisi seçiyordu. Gerekli gördüğünde komuta yapısını rahatlıkla değiştirebiliyordu. Atina site devleti buna çarpıcı bir örnektir. Doğrudan katılım ile ekonomi, sağlık, eğitim vb temel ihtiyaçlar en iyi şekilde belirlenip (politika) en güzel bir tarzda(ahlak) yerine getirilir. Tekellerin inisiyatifine ve talanına bırakılmazdı. Tekellere karşı en büyük silah ahlaki-politik toplumun kendisidir. Hegemonik güçler tüm kürede ağlarını kurmuş, birbirlerinin çıkarlarını korumakta; askeri, siyasi, ticari her türlü işbirliğini yapmaktadırlar. Sermaye ve iktidar tekelleri bu kadar büyümüş ve her yerde halkları sömürüyorken buna karşı varlığı ve çıkarları çelişen (kapitalizm ile) tüm toplumsal kesimlerin oluşturacağı “dünya demokratik konfederalizmi” en büyük öz savunma gereği ve ifadesidir.
KHK’lı Eğitimci Nurullah DÖNMEZ