Aldatmak Sömürgeci Kişiliğin, Aldanmak Köle Kişiliğin Karakteridir
Sömürgecinin en temel davranışlarından biri de aldatmaktır. Bu ister bir insan olsun, ister bir grup, kurum veya devlet. Amaç karşıdakini sömürmek, ondan tek taraflı olarak faydalanmak ve bunun için etkisinde, yörüngesinde tutmak ise; yanıltmak, kandırmak, çarpıtmak, aldatmak vazgeçilmez bir yöntemdir. Bunun için öteki ile eşitsizlik temelinde bir ilişki kurar. Bütün eşitsiz ilişkilerde sömürü vardır. Eşitsiz bir ilişki, genelde güce dayanarak baskı ve zor içermekle beraber bu tek başına yeterli olmaz. Hele hele uzun süreli bir sömürü ilişkisi için bunun yanında hile ve aldatma vazgeçilmezdir.
Sömürüye dayanan bir ilişki ağı tek başına zor ve şiddet ile sürdürülemez. İnsan-toplum olgusu; mevcut zekâ düzeyi, gelişen evrensel değerler ve özgürlük eğilimi ve arayışı sayesinde sömürüye sürekli bir karşı duruş içinde ve fırsat buldukça bu ilişki ağına tepki vermek, parçalamak ister. Zaten sürekli baskı ve korkutma insan yapısının kaldırabileceği bir şey olmamakla birlikte sömürgeci için de pahalı olmaktadır. Bunun için baskı-zor ve aldatma iç içe, yan yana, sıra sıra uygulanır. Bazen çok “zor” uygular, bazen azıcık gevşetip aldatma politikasını devreye koyar. Düdüklü tencereye sürekli basınç uygulanmaz. Arada bir havası alınır yoksa patlar. Düdüklü tencere yöntemi yanında havuç-sopa ilişkisi de sömürgecinin uyguladığı benzer vazgeçilmez bir yöntemdir. Bu hayvan eğitiminde kullanılan bir yöntemdir. Bütün ödül-ceza yöntemleri bunun değişik versiyonlarıdır. Muktedir olan, alttakini sürekli kontrol altında tutmak için birçok yöntemin yanında havuç-sopa ilişkisini de sürekli hissettirir. İşte istediğim gibi biri olursan (bu biri kadın, çocuk, memur veya vatandaş, toplum olabilir) sana ranttan azıcık alan açarım yoksa zından, işkence, sürgün, ölüm gibi birçok yüzümü gösteririm demekte. Bunun yanında açlıkla terbiye etme (KHK’lerle binlerce insanına, yapılanlar gibi) kanseri gösterip sıtmaya razı etme gibi birçok aldatmaya dayanan yöntemle birlikte sömürüsüne devam etmek ister.
Günlük yaşantımızda bile kendimizi aldatmadan-aldanmadan ilişkilerimizi ve davranışlarımızı samimiyetle sorgularsak nasıl bir ilişki ağının içinde olduğumuzu görürüz. Bu ister bireysel, ister toplumsal ilişkilerde olsun, ister üste, ister alta karşı olsun fark etmez. Genelde daha güçsüz olana karşı sömüren iken, daha güçlü olana karşı sömürülen-aldanan (daha doğrusu aldanmak isteyen) kişi oluruz. Evet günümüz teknik düzeyi ve bilgi düzeyinde isterse hiç kimse aldanmayabilir. Bile isteye aldanır ve bu çok çeşitli nedenlerle olabilir ama asıl olan buna eğilimli, bundan haz alan, buna karşı mücadele edecek güç ve irade gösteremeyen bir birey ve toplum şekillendirildiği ve buna devam edildiğidir. Susan Sontag “Zihnimiz orospu gibidir.” der. Psikanalist Lacan ise “İnsan genelde çıkarına, ya da kolayına geldiği algılama, inanma eğilimindedir.” der. Bu çok uzun süre devam eden sömürgeleştirme politikaları sonucu köle insanın karakteri olmuştur. Bunu yüzlerce örnekte analiz etmek görmek mümkündür. Örneğin bir kadın kocasının kendisini aldattığına inanmak istemez. Görmezden gelir çünkü mevcut toplumsal statü ve ilişkilerde başka çaresi yoktur ondan. Otoriteler rejimlerde toplumu bir karı gibi kullanma ve karılaştırma eğilimindedirler. Bunun için yeterince mücadele etme ve bedel ödemeyi göze almayan aldanmayı seçer. Bu öyle bir şey ki zihin kendi kendisini aldatır. Böylece birey-toplumda sömürme sömürülme ilişkisine dahil olur. Bir yandan da vicdanı ve özgürlük eğilimi bundan rahatsız olur. Hep bir çelişki içinde de kalır. Hep bir huzursuzluk yaşar. Bunu bilince çıkarıp bununla mücadele etmezse zamanla özgürlük ruhu sönebilir ve çıkarcı, aldatıcı, faydacı, aldanan, hiçbir değere değer vermeyen bir kişiliğe bürünür. Bu ilişki ağının dışına çıkmak, bu sistemi aşmak ve alternatifini oluşturabilmek için; bütünlüklü bir özgürlük felsefesine sahip olmak ve birlikte kendi eşitlikçi demokratik ilişki sistematiğini , toplum modelini kuracağı insanlara da ihtiyaç vardır. Bu insanlar bir örgüt, parti, hareket veya kurum adı altında kendi ilkelerini ve programlarını belirlerler ve bunun için çok çetin bir mücadele de gereklidir. Bir yandan toplumu değiştirip dönüştürmek, eğitip bilinçlendirmek ve ekonomiden yönetime kendi modelini oluşturmak diğer yandan, gelecek çok büyük saldırılara ve her türlü zulme karşı koymak gibi birçok zorlu görevleri olacaktır.
Evet insanı insanın kurdu, tilkisi, köpeği, efendisi haline getiren bu ilişki ağını, bu hiçbir boşluk bırakmayan sistemi aşmak bunun dışına çıkmak kolay değil. Zihnimiz buna o kadar alışmış-alıştırılmış ki bunun farkına bile varmak güçtür. Zaten sistem medyasından eğitimine her gün zihni bu bombardımana tabi tutuyor. Sonra derler ki bu insan tipolojisi bizim fıtratımız ve biz böyleyiz ne yapalım. Hayır, bu da aldatmaca içinde aldatmacadır. Bunun böyle olmadığını, çelişkiler olsa da asıl olanın bu olmadığını bütün bilimsel, felsefik, arkeolojik vb verilerden biliyoruz. Ya da iktidarların toplumları çevrelemediği, şirketlerin kar hırslarının işin içinde olmadığı yerlerde böyle olmadığını görüyoruz.
Sonuç olarak insan ve toplum fırsat bulursa, nefes alacak özgür bir alan bulursa tüm bu aldatma-aldanma , sömürme-sömürülme gibi yaşamı sahteleştiren ve anlamsızlaştıran kirliliklerden nefret eder. Bunun yanında hızla demokratik, dayanışmacı, özgür ilişkilerini, yönetim vb tüm kurumlarını inşa eder. Asıl devrim süreci de budur. Tabi sistem bunun görünür olmasını ve insanlıkta umut yaratmasını istemez. Tarihte de çokça göründüğü gibi yıkmak, yok etmek ister. Dün Kartaca, bugün Rojava buna örnektir. Ama buna direnmek de mümkündür. Bunu ne kadar istiyoruz, özgürlük tutkumuz ne kadar güçlü, asıl belirleyici olacak olan budur. Gerisi laf-ı güzaf…
KHK’lı Eğitimci Nurullah DÖNMEZ