Farklılıklarla Bir Arada Yaşam Mümkün Mü?
1 Eylül Dünya Barış Günü’nde içimden ‘bir arada yaşamla’ ilgili yazı yazmak geldi. Çünkü barış çok değerli bir kavram ve yaşamım boyunca hep savaşlara, şiddete karşı çıktım ve hep barış savunucusu oldum.
Yazıya çocukluğumun geçtiği bir Anadolu köyündeki gözlemlerimi aktararak başlamak istiyorum. Çünkü bu örnek bir arada yaşamın önemini kavramamda önemli bir referans oldu. Bizim köyde ben hep şu sıfatları duyarak büyüdüm: Kürt Tahir, Avşar Hasan, Muhacir Şaban, Dönük Mehmet, Çerkez Ahmet, Tatarlı Mehmet… Çocukken bunların ne olduğunu pek bilmezdim. Lise yıllarında bu birbirinden farklı olan isimlerin ne olduğunu anlamaya başladım. Köydeki bu insanların farklılıklarını rağmen birbirleri ile ilişkilerinde hiç bir ötekileştirme ve dışlanma görmedim ve duymadım. Şimdi bunun ne kadar değerli olduğunu daha iyi anlıyorum. Aslında bu coğrafyanın yüzyıllara dayanan yapısı buydu ve insanlar farklılıklarını rağmen bir arada yaşamışlardı. Cumhuriyet, sözüm ona bu farklılıkları gözeterek temellenmiş ve bunların güvencesi olma iddiası ile kurulmuştu.1920’de ilk Meclis açıldığında tüm kesimler ve kendini kimlikleri ile burada temsil etme şansı bulmuştu. Meclis’te yer alan herkes bir şekilde kimliğini ifade etmiş taleplerini dillendirmiş ona göre de temsiliyet imkanı kazanmıştı. 1921 Anayasası da bu çoğulculuğu gözeten bir yerden yazılmıştı. Ancak ne olduysa oldu ve “tek devlet, tek din, tek mezhep, tek dil anlayışı” hakim geldi ve yeniden yazılan 1924 Anayasası bu çoğulculuğu ortadan kaldırdı. Devletin tek tip olma ideolojisi her yere nüfuz etmeye başladı. Buna itiraz edenlere karşı da ağır bir devlet şiddeti uygulandı.
Bu ülkede bir arada yaşayan Kürtler, Araplar, Aleviler, Rumlar, Ermeniler vb. onlarca yıl yok sayılmaya inkar edilmeye başlandı. Devlet kendi ideolojisini egemen kılmak için çok hızlı bir şekilde her türlü zoru da kullanarak yoğun bir asimilasyon ve inkar politikası uyguladı ve bunda da oldukça başarılı olundu. Artık ülkemizde farklı kimliklerden, inançlardan bahsetmek neredeyse imkansız hale geldi. Buna itiraz edenler hemen devlet şiddeti ile karşılaştı.
Bu olup bitenlerin hiçbiri zor kullanarak ve inkarla sürdürülebilecek şeyler değil. Çünkü hiçbir kültürü, inancı, düşünceyi baskı ve zorla ortadan kaldırılamaz. Tarih bunun örnekleri ile dolu. 1990’lı yıllarda Aleviler kendi inanç ve kültürleri için; Kürtler de eşit yurttaşlık, ana dilde eğitim gibi taleplerini yüksek sesle dile getirmeye başlamış, bu uğurda da pek çok bedeli ödemiş ve ödemeye devam ediyor. Tabi ki bütün bunlar olup biterken hak ihlalleri yaşandı, demokratik talepler terörize edildi ve en acısı da çatışma ortamında maalesef on binlerce insan hayatlarından oldu. Halklar arasında yabancılaşma, düşmanlaştırma, şeytanlaştırma ve ötekileştirme üst düzeye taşındı. Peki tekrar barış içinde bir arada kardeşçe yaşamak çok mu zor? Bence zor değil. Sadece biraz empati yapılabilse ve insanlar birbirine saygı duymayı öğrense keşke… Yazının başında köyümden bahsetmiştim ve bir soru daha sormak istiyorum tekrar farklılıklarla bir arada yaşamak ülkenin her yerinde hakim kılınabilir mi, bu mümkün mü?
Bence mümkün.
-Herkesin ibadetini devletten bağımsız özgürce yapabildiği devletin sadece gerekirse denetlediği
-Herkesin anadilini rahatlıkla konuşabildiği ve eğitimini aldığı ve hiç bir ayrıma tabi tutulmadığı
-İnsanların kendi kültürüne uygun yaşayabileceği bir ülkeyi yeniden kurmak hiç de zor olmadığı gibi hayal de değil. Dünyada bunun çok sayıda örnekleri var ve oralarda kıyamet de kopmuyor.
Bu konuda umutsuz değilim. Son dönemde farklılıklarla bir arada yaşama dair çok fazla olumlu şeyler duyulmaya ve yaşanmaya başladı. Burada bu konuda önemli bir dinamiğin altını çizmek istiyorum. Evet, KHK ve OHAL mağdurlarından bahsediyorum. Birlikte birebirde temas ettiklerimden gördüğüm, değişimin başladığıdır. Dolayısıyla yazı boyunca bahsettiğim şeyin hayal olmayacağını, demokratik bir ülke ve toplumun oluşturulmasında KHK’lıların rol oynayacağını söyleyebilirim. Çünkü aileleri ile birlikte 8 milyon insan ötekileştirilmenin ve yok sayılmanın en dibini yaşadı; bunun bedelini çok ağır ödedi ve ödemeye devam ediyor. KHK’lılar özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik bir ülkenin hayal değil ihtiyaç olduğunu yaşayarak anladı. Öteki olma halini çok ağır yaşayan KHK’lıların bundan sonraki süreçte ülkenin demokratikleşmesinde önemli bir rol alacağına inanıyorum ve de bu konuda irade koyduklarını görüyorum.
Ülkemizde helalleşme, yüzleşme kavramları son dönemde çok sık tartışılmaya başlandı. Bence helalleşilmesi gereken kesimlerin en önemlilerinden biri de KHK’lılar. Çünkü bize tarihte görülmemiş 144 çeşit hak ihlalleri uygulandı ve neredeyse hayatımız zehir edildi. Yüzlerce insan intihar etti, binin üzerinde insan hastalanarak vefat etti. Bizler bu devletin tüm kurumlarında çalışırken birden bire Resmi Gazete’de isimlerimiz ve TC kimlik numaralarımızın yayınlanmasıyla ‘terörist ilan edildik’. Eğer yüzleşme ve helalleşme söz konusu ile bizimle de yüzleşilmeli ve helalleşilmeli ve hepsinden de önemlisi tüm haklarımız iade edilmeli.
1 Eylül gününde toplumsal barış adına bunları istemenin bir yurttaş olarak hakkımız olduğunu düşünüyorum. Tüm insanlığa savaşların hukuksuzlukların olmadığı barış içinde bir dünya ve ülke diliyorum.
MÜNİR KORKMAZ