Perşembe, Kasım 7, 2024
YAZARLAR

Yeni Şeyleri Mi, Olması Gerekeni Mi Söylemek Lazım!

Ülkenin geleceği yeniden inşa ediliyor. Aslında bu inşa süreci sürekli bir şekilde devam ediyor. Dolayısıyla ‘yeni’ ve ‘yeniden’ olan bir şey de yok… Bir önceki yazıda “yeni şeyler söylemek lazım” diye bitirmiştim. Kaldığım yerden devam etmeye çalışayım. Temel sorunlarımızla birlikte “yapısal sorunlarımız” var ve her geçen gün yenileri ekleniyor. Bu sorunlar herkes tarafından biliniyor ve en acı yanı ise bile isteye çözümsüz bırakılıyor olması.

Tarihsel arka planının yanında çok boyutluluğu ile sosyo-politik bir konu olan Kürt sorunu, din ve vicdan hürriyeti başta olmak üzere insan hakları temelli bir sorun olarak Alevi’lerin durumu ve Ermeni soykırımı üzerinden azınlık hakları ve toplum içerisinde asimilasyona uğramaları gibi örnekleri vermem gerekir. İşin tuhaf tarafı bu örnekler hep aynı ve hiç tüketilemiyor. İktidar olmak isteyen siyasi partiler; iktidarını etkili şekilde sürdürülebilir kılmaya özen gösteren iktidar partisi veya bir şekilde ülke siyasetinde belirleyici olmayı kendine misyon edinen STK’lara bakın bu sorunları hep dile getirirler ve ilk kullandıkları ifade “yeni şeyler söylemek lazım” olur. Asıl ihtiyacımız olan şey gerekeni söylemek. Her ‘yeni’ söylemi aslında kendi içinde popülist bir içeriğe referans veriyor ve ülkenin geldiği son duruma bakılırsa bu tarz söylemlerin son kullanım tarihleri bitti. Artık gerçekçi, olması gerekenin söylendiği zaman dilimlerinde yaşıyoruz.

Devletin ideolojik aygıtlarının tornasından geçmiş bireyler yine devletin baskı aygıtlarının hışmına belirli zaman dilimlerinde farklı gruplar halinde uğramış oldular. Bu tecrübe farklı gruplar arasındaki ortak paydaların keşfini sağladı. Dolayısıyla bu gruplar, yazının başındaki saydığım sorunlara dair “olması gerekeni” kitabın ortasından söyleme yeterliliğine de gelmiş oldu. Bu yeterlilik hali değişim ve dönüşümden geçmeyi, empati yapmayı, bazı sorunları bire bir yaşamış olmayı, eleştirmeyi, belki özeleştiri vermeyi, bakış açısını genişletmeyi kısacası sabitlikten çıkıp hareketli olmayı baz alıyor. İşte o zaman diyorum ki  bu bireyler ya da gruplar yeni şeylermiş gibi olsa da aslında ‘olması gerekeni’ cesur ve yüksek sesle söyleyebilirler, söylemeliler…

Son 6 yılda ülkenin yaşadığı dönüşüm açısından KHK’lı zaman dilimlerinin en önemli mağdur kitlesi olarak KHK’lılar, heterojen bir kitle olarak ülke sorunlarını farklı şiddette ve boyutta hissedenlerin de ta kendisi… Kürt, Alevi, Türk, Zaza, sosyalist, mütedeyyin ve muhafazakar kodlarla devletin KHK rejiminden nasibini alan bizler, olması gerekeni söylemek gerekliliğini anlamış olduk… Bu bir kazanım… Çünkü ‘yeni söylemini’n ötesine geçmeyi aslında ‘yeni’ denilen şeyin sadece bir aldatmaca olduğunu yeniden ve yeniden görenler de yine KHK’lılar.

1 Eylül Dünya Barış Günü arifesinde ülke sorunlarının çözümünde anahtar kelime ‘barış’ı kullanacak olanların da KHK’lılar olacağını biliyorum…

FATMA AYPARÇASI