Salı, Kasım 5, 2024
AÇIK GÖRÜŞGÜNDEM

Özgürlükçü Laiklikten Ne Anlamalıyız?

Laiklik farklı disiplinler açısından bakıldığında, hayatın birçok alanını etkileyen bir süreç olarak karşımıza çıkar. Bu anlamda laikliğin birçok tanımı da yapılmıştır. En çok kabul gören tanıma göre laiklik; din ve devlet işlerinin ayrılması, devletin din kurallarına dayanmayıp, pozitif hukuka dayanması; devletin ve dinin birbirinden bağımsızlaşması; devletin din ve inançlar karşısında tarafsız olması; dinsel görüş ve kurumların, siyasal otoritenin dayanağı olmaktan çıkarılması, devlet otoritesinin ve siyasal otoritenin meşruluğunun tanrısal değil, dünyevi bir kaynağa yani halka dayanması; bilginin referansının tanrısal olmaktan çıkarılıp, tamamen beşeri-rasyonel bir temele oturtulmasını ifade eder.

Bu tanıma, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü” başlıklı 9.maddesindeki; “Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir; bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek  başına veya topluca, kamuya açık veya kapalı ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.” hükmünü hayata geçirecek uygulamaları da eklediğimizde karşımıza özgürlükçü laikliğin tanımı çıkar.

Özgürlükçü laiklik bu anlamıyla maalesef ülkemizde yaşam alanı bulamamıştır. Bunda, laikliğin geçmişten bugüne siyasal hayatımızda sonu gelmez tartışmaların ve çatışmaların da konusu olması önemlidir.

 Laikliğin hukuksal, siyasal ve bilimsel açıdan ne anlama geldiği ve Türkiye’nin siyasal geçmişinde neye tekabül ettiğini anlamak, özgürlükçü bir laiklik anlayışının bu topraklarda yeşermesi anlamında oldukça önemlidir.

Hukuksal anlamıyla laiklik yasaların akla dayanması; siyasal anlamıyla, siyasal otoritenin meşruluğunun halk olması; bilimsel anlamıyla da bilginin referansının beşeri-rasyonel bir temele oturtulması olarak tanımlanırsa, bu açılardan laiklik cumhuriyet dönemi boyunca hiçbir zaman tehdit ve tehlike altında olmamıştır, AKP dönemi ve sonrasında da olmayacaktır.

Yukarıdaki belirleme doğrultusunda yakın tarihimize göz atıldığında özetle şu tablo karşımıza çıkar; Türkiye’de, 1908 burjuva devriminde sonra, devlet ve yasalar geri dönüşü mümkün olmayan bir şekilde akla ve hukuka dayanmaktadır. Kapitalist üretim ilişkileri kendi üstyapısal yansımasını ulus devlet şeklinde oluşturmuş ve değişen hükümetler de olsa derinleştirerek devam ettirmektedir. Siyasal otoritenin kaynağı, o dönemden bu yana tanrısal değil, dünyevidir. Eğitim sistemimiz ve müfredatımız da, bilginin kaynağının tanrısal değil, beşeri ve rasyonel bir temelde belirlendiğini göstermektedir.

Biraz daha geriye gidecek olursak, laikliğin bir üstyapı kurumu ve bir süreç olduğunu görürüz. Laiklik bu anlamda Osmanlı’dan, 1800’lü yıllardan bu yana sürmekte olan bir süreçtir. Osmanlı’da o yıllardan itibaren, hâkim yapı olan feodalizmin yavaş yavaş tasfiye olması ve kapitalist üretim ilişkilerinin geçerli olmaya başlamasıyla, bu ilişkilerin üstyapıya yansıması olan, yasaların dinsel kurallar yerine akla ve hukuka dayanması anlamına gelen laikleşme süreci, tarihsel süreç boyunca hep üretim ilişkilerinin gelişimine paralel bir süreç izlemiştir. Her dönem hâkim olan tarihsel blok, kendine uygun siyasal üstyapıyı kurduğu gibi laiklik anlayışını da oluşturmuştur. Sözgelimi; 1908 devrimine kadar, hâkim olamayan ticaret burjuvazisi, feodal üretim ilişkilerinin temsilcileriyle çatışarak ülkede bir hâkimiyet savaşı vermiş, devrimden ve özellikle 1913 Bab-ı Ali Darbesinden sonra baskın güç olmuş ve nihayet Cumhuriyet’le birlikte tam hâkimiyet tesis etmiştir. İttihat ve Terakki hareketinde vücut bulan ticaret burjuvazisi, sonraki yıllarda sanayi burjuvazisine dönüşme sürecinde baskıcı karakterini güçlendirmiş, diğer sınıf ve katmanları yok etmek için faşist yöntemleri kullanmaktan geri durmamıştır. İmparatorluk bakiyesinden, Türk ulusuna dayanan otoriter devlet yaratma anlayışı her alanda olduğu gibi, laiklik alanında da bırakın özgürlükçü bir laiklik anlayışını, dini, devlet denetimine alan, onu kamusal alandan uzaklaştırmaya çalışan ve bir bütün olarak Kemalizm’in baskıcı karakterini taşıyan bir laiklik anlayışı ortaya çıkmıştır. Kemalizm’in ideolojisini, sadece laiklik alanında değil, diğer alanlarda da CHP aracılığıyla toplumda hakim ideoloji kılma ve hegemonya kurma çabaları uzun yıllar devam etmiş, 1946 yılındaki seçimlerden sonra kısmen çözülmeye başlamış, nihayet 1950 seçimlerinden sonra etkisini yitirmeye başlamıştır.

Demokrat Partili yıllar, CHP’de temsil edilen burjuva blokun sanayi burjuvazisine, Demokrat Parti’de temsil edilen tarım burjuvazisinin de ticaret burjuvazisine dönüştüğü yıllardır. Bu yıllarda baskıcı laiklik anlayışı imam-hatip okullarının çoğalması, Türkçeye çevrilen Ezan’ın yeniden Arapçaya çevrilmesi, cumhuriyet döneminde memur kadrosundan çıkarılan din görevlilerinin tekrar kadroya alınması gibi gelişmelerle biraz olsun yumuşama yoluna girmiştir.

Ancak 27 Mayıs Darbesi ve 60’lı yıllarla birlikte sanayi burjuvazisinin hâkimiyet kurması, laiklik anlayışında yeniden eski baskıcı karaktere dönüş yolunu açmıştır. Sanayi burjuvazisinin yeni hegemonyasının önemli unsurlarından biri Kemalizminbaskıcı laiklik anlayışı olmuştur.

Sonrasında gelen 1980 darbesi, Türk-İslam sentezi politikasının önünü açmışsa da, laiklik anlayışında herhangi bir değişikliğe yol açmamıştır. Sanayi burjuvazisinin hâkimiyetininideolojik aygıtları olan yargı kurumları ve üniversiteler, özgürlükçü bir anlayışın gelişimini engellemiş ve baskıcı anlayışın yeniden üretilmesine devam etmiştir.

1990’lı yıllarda, merkez sağ hegemonyanın dağılmasıyla birlikte, yeni hegemonya kurulamamış, koalisyonlu yıllardan sonra AKP ile birlikte muhafazakâr sermaye blokunun iktidar süreci başlamıştır. AKP, ilk yıllarında muhafazakâr-neoliberal anlayışı sonucu her alanda olduğu gibi, laiklik alanında da daha ılımlı bir anlayışı kurmaya çalışmış, bu yolda, sanayi burjuvazisinin TÜSİAD da billurlaşan anlayışını ve onun müttefiki olan TSK’nin hegemonyasını kırmak için bir dizi reform yapmıştır. Baskıcı laiklik anlayışını gerileten ve nispeten dinsel özgürlüklerin önünü açan bu çabalar, başörtüsü yasağının kalkması gibi, imam hatip mezunlarının üniversitelerde maruz kaldığı katsayı uygulamasının kaldırılması gibi reformlar, ülkede özgürlükçü laiklik anlayışı yönünde olumlu değişimler yaratmış, ancak, Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması, zorunlu din derslerinin seçmeli hale getirilmesi, Alevilerin ve diğer dinsel azınlıkların haklarının tanınması gibi özgürlükçü reformlarla devam etmemiştir.

Gelinen aşamada iktidar partisi AKP’nin, MHP gibi otoriteryen, milliyetçi bir partiyle ittifak kurması ve uzun yıllardır iktidarda kalması nedeniyle özgürlükçü laiklik gibi bir kavramın bütün unsurlarıyla birlikte hayata geçirilmesini olanaksız kılmaktadır.

Bu nedenle ülkede ve dünyada demokrasi mücadelesi verenlerin, mücadele programlarının en başına özgürlükçü laiklik anlayışını eklemesi gereklidir. Böyle bir mücadele programında özgürlükçü laiklik anlayışı şu şekilde hayata geçirilebilir;

-AİHM tarafında defalarca iptal edilmiş olan zorunlu din dersi uygulamasına son verilerek, her bir öğrencinin kendi inancı doğrultusunda seçmeli olarak ders ve eğitim alma hakkının tanınması,

-Sivil din eğitiminin tümüyle serbest olması,

– Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılarak, devletin din ve inanç alanından elini çekmesi, din ve inanç işlerini topluma, inanç sahiplerine bırakılması,

– İnanç topluluklarının örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması,

-Başta Cemevleri olmak üzere, Aleviler’in bütün ibadet mekânlarının “ibadethane” olarak tanınması,

-Kapatılmış dergâh ve benzeri ibadet mekânlarının önündeki engellerin kaldırılarak, bu konuda yerel yönetimlere inisiyatif tanınması,

-Dini inançların gereği olarak tercih edilen kılık ve kıyafete hiçbir alanda müdahale edilmemesi.

Böylesi bir laiklik anlayışının hayata geçirilmesi için geçmişte ülkeyi yöneten ticaret burjuvazisi, sanayi burjuvazisi ve bugün iktidarda olan muhafazakar sanayi burjuvazisi gibi sermaye bloklarından bir an önce kurtulmak, emekçi ve ezilenlerin önderliğinde Demokratik Türkiye’yi adım adım kurmak gereklidir.

Abdullah DAMAR- Eğitimci