Cumartesi, Nisan 20, 2024
YAZARLAR

Pandemiden Sonra Tarım ve Gıda Zincirinin Dönüşümü

İnsanlık tarihi, yaşanan salgınların ülkeleri, toplumları, alışkanlıkları ve sınırları değiştirdiği veya var olan değişimleri hızlandırdığı birçok örnekle doludur. Salgınların yıkıcı değişimlere neden olduğu ve ortaya çıkan ani kırılmanın kurumlar, insan kaynağı, iş alanları, yaşam biçimlerini etkilediği veya dönüştürdüğü görülür. İçinde yaşadığımız dönemde karşımıza çıkan Covid-19 salgını ve etkileri üzerine küresel düzeyde birçok çalışma yürütülmekte, raporlar yayınlanmakta ve analizler yapılmaktadır. Büyük ölçekte farklı bakış açıları ile yapılan değerlendirmelerin ve okumaların yerel çözümleri kapsama özelliği vardır. Ancak, salgın süreci ve salgından çıkışta yaşanacak dönüşümün kurumsal yapı, faaliyet gösterilen üretim alanları, toplumsal davranışlar, bireysel alışkanlıklar ve coğrafyanın sunduğu avantaj ve dezavantajlara göre şekilleneceği gözden uzakta tutulmamalıdır. Nitekim, salgının etkisi sadece ülkelerin birbirinden uzaklaşması sonucunu doğurmadı. Mahalle mahalle, köy köy, birey birey birbirimizden uzaklaşmaya başladık. Toplum olarak salgına bağlı sağlıklı bir dönüşüm için her bir bireyin farkındalığının artırılması ve iş alanına göre girişimci bakış açısı ile değerlendirilmesi gerekir. Yerelde iş alanlarınınçeşitliliğine uygun kapsayıcı çözümlerin üretilmesi halinde yaşanan değişim süreci,sağlıklı ve yaşanabilir bir dünya için yeni bir fırsat oluşturabilir.

Fırsat alanları içinde dijitalleşme çağında yaşayan bizler için tarım ve gıda sektörünün bir adım öne çıktığı söylenebilir. Nitekim, salgının başlaması ile ülkelerin ilk aldığı önlemler arasında gıda stoklarını artırmak ve tarımsal ihracat ürünlerine kısıtlama getirmek veya tamamen durdurmak olmuştur. En büyük yoksunluk gıda yoksunluğudur. İnsan her türlü ihtiyacından vazgeçebilir, erteleyebilir ama yeme-içme ihtiyacından vazgeçmek ve ertelemek söz konusu olamaz. Bu nedenle, güvenlik dendiğinde ilk akla gelen askeri güvenlik anlaşılmakla birlikte, bir ülkenin asıl sağlaması gereken birincil güvenlik konusu “gıda güvenliği”dir. Bu durum, tarımsal üretimi yetersiz ve ithalata dayalı ülkelerde, temel gıda ürünü ihtiyaçlarınıkendi kaynakları ile üretme konusunu gündeme almalarını sağlamıştır.

Salgının, tarımsal üretime doğrudan etkisi belirgin olmasa da dolaylı olarak özellikle entansif üretim yapan işletmelerde daimi ya da mevsimlik işçi ile yürütülmesi gereken faaliyetlerde aksamalar ve gecikmelerden kaynaklı verim ya da ürün kayıplarını ortaya çıkarttı. Bir diğer kayıp ise ürün hasat edilse bile pazara ulaştırılmasında kullanılan kanallar ve depolamaya dayalı işlemlerde meydana geldi.

Tarımsal üretim üstü açık fabrika, isteseniz de ara veremez, tatile gidemez, düğün, sünnet, bayram var diye izin alamazsınız. Farklı üretim kollarında çalışmaya ara verme, işi durdurma, mesai saatlerini değiştirme ve vardiya düzenleme gibi uygulamalara geçilebildi. Neredeyse tek sektörde faaliyetler aksamadan devam etmek durumunda kaldı: bildiniz bu sektör “tarım sektörü”ydü. Tarımsal üretimin aralıksız sürmesinde ister bitkisel (toprak hazırlığı, ekim, dikim, çapalama, sulama, gübreleme, ilaçlama, bakım, hasat vb.); isterse hayvansal üretim (doğum, yemleme, aşılama, bakım, kesim, sağım vb.) olsun; süreklilik isteyen bir iş hacmi vardır. Çoklu görevler içeren işlerin yürütülmesi işletme büyüklüğü veya iş yoğunluğuna göre aile bireyleri, mevsimlik ya da daimi işçilerle karşılanır. Tarımdan ekmek yiyen çiftçi, tarım işçisi, amele, yevmiyeci deyip geçilen toplumsal kesimin kitlesel büyüklüğü sayıca azalsa da hala gelişmiş ülkeler düzeyinin çok üzerindedir. Gelir düzeyleri ülke ortalamasına göre çok daha düşük olan, fiziksel çalışmayı gerektiren niteliksiz tarımsal işlerde “geçimlik” çalışan küçük çiftçiler ve işçilerden oluşan bir kitlenin sürekli iş üretmek ve çalışmak zorunda olduğu da acı bir gerçektir. Çoluk çocuk evde kalma lüksü olmayan tarım emekçilerinin ayrı bir yazıda değerlendirmek gerektiği notunu buraya bırakarak devam edelim.

Bir diğer değişim ise salgın ortamında çalışanlar arası fiziksel ve sosyal temasın minimize edilmesi veya ortadan kaldırılması için çalışma şekilleri ve çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesinde yaşanmaktadır. Birçoğumuz evden çalışma, kısmi zamanlı çalışma, esnek çalışma gibi klasik mesai saatleri belirli çalışma şekillerinin dışına çıkmaya başladık. Çalışma şekline göre gün içinde ortaya çıkan boş saatlerin değerlendirilmesi için tarımsal işler ile ilgilenmek ilk akla gelenler arasında…

Salgının, en çok gıda tüketimine yönelik alışkanlıklarımızı etkilemesi beklenen bir gerçek. Bu durum, tarımsal üretim ve üretilen ürünlerin tüketiciye ulaştırılmasında kullanılan kanalların yeniden gözden geçirilmesi ve reforme edilmesini beraberinde getiriyor.

Salgının insanlara dayattığı temel duygu; sağlığını koruma, hayatta kalma ve sevdiklerini kaybetmeme telaşı olarak yorumlanabilir. Doğal olarak hedeflenen şey, yaşama içgüdüsüyle bağışıklık sistemini koruyarak sağlıklı gıdaya erişim sağlamak değil midir? Buna bağlı olarak, insanlar bulundukları coğrafya, yerleşim birimi, yaşadıkları yerin üretim deseni, toprağa erişim imkânlarına göre temel ihtiyaçları olan gıdayı teminde farklı arayışlara yönelme eğilimine girmiştir.

Salgın süreci ile çoğunlukla tüketici tarafında yer aldığımız tarımsal ürünlerin, bir de “üretim” ayağının var olduğunu yakından hissettik. Salgının evlerine kapattığı büyük bir kitlede istem dışı ani bir farkındalık oluştu. Bu durum, milyonlarca bütçe ayrılarak yapılacak kamu spotlarına bedeldir diye düşünüyorum. Birçoğumuzun gelir düzeyine, yaşadığı çevreye, toprağa yakınlığına göre tarımsal üretime bakışında değişiklikler meydana getirmeye başladı ve bir “üretici” gibi düşünmeye zorladı. Çevremizdeki “Birileri” için sadece bir iştigal alanı veya zorunlu geçim kaynağı olan “Tarımsal Üretim”, bir anda büyük bir kitle için öncelik verilen yeni bir keşif alanıydı. Böylece, tarım zihinlerdeki yapılacaklar listesinde hızla üst sıralara tırmanmaya başladı.

Diğer yandan, son yıllarda şehir hayatı ve aile bireylerinin yoğun çalışma temposuna bağlı olarak evde yeme kültürü gerileme göstermiş ve beslenme alışkanlıkları değişmiştir. Salgın ile birlikte evde yeme kültürünün bir zorunluluk olarak yeniden canlandığı ve tüketim alışkanlıklarının yön değiştirdiği görülür. Bu değişimi salgındaki ilk çarpmanın etkisi ile daha hızlı hissetsek bile, taşlar yerine oturduktan sonra alışkanlıklarımızın yeni aldığı formu daha net farkedeceğiz. Salgının seyrine ve toplumsal algının şekillenmesine göre mevcut alışkanlıklar yerini korusa da bireylerde bilinçaltı riski algılamış ve kendine yeni arayışlara hazırlamış olacaktır. Gıda ürünlerine erişim kanallarının yeniden oluşması mümkündür ve yeniliklere açık bir girişim alanı olarak ortaya çıkacağı açıktır. Bu aynı zamanda geleneksel kodlarımız ve alışkanlıklarımızla birlikte yeni bir rant alanı olarak tarıma göz dikilmesi sonucunu da doğuracaktır. Ülkemizin yaşadığı kısır döngünün ve gerilemenin nedenleri arasında öne çıkan rant ekonomisine kurban edilmeden tarıma bakışın doğrultulması ve sürecin iyi yönetilmesi köprüden önceki son çıkışlardan biridir.

Salgının hep negatif yönünü görmemek lazım. Nitekim, evlerde israf ettiğimiz şeylerin başında gıda ürünleri gelmektedir. Salgın öncesi her gittiğimizde raflarda yerinde duran ürünlerin olmadığını görmek, kısmi bir yokluk travması yaşattı birçok tüketiciye. Buna bağlı olarak, telaşa düşmek ve işlenmiş gıdalardan başlayarak stok yapmak mümkündü. Ancak, özellikle taze tükettiğimiz yaş meyve ve sebzelerin stoklanmasının pratik olmadığını keşfettik. Hemen eller klavyeye sarıldı, artan veyatümünün tüketimi mümkün olmayan gıdaları nasıl saklarız arayışına girdik. Oysaki terk ettiğimiz köydeki dede ve ninelerimizde saklıydı o tecrübi bilgi.Orta yaş ve üstü için çoğunlukla çocukluk hatıralarında kalan kaybettiğimiz ya da beynimizin tozlu raflarında bıraktığımız bilgi kırıntılarını bulmamız ve hatırlamamız gerekti. En güzeli de ne kadar çok israf ettiğimizin farkına vardık. Hazıra dağ dayanmaz sözünün aslında üretmeyi teşvik edici bir yanının olduğunu anlamaya başladık.

Özellikle metropollerde pazar röportajlarından haber diye gördüğümüz “çok pahalı” serzenişi ile üreticinin “bizde çok ucuz” yakınmalarını birlikte duyar ve işitir olduk. Tüketicinin ödediği fiyat ile üreticinin cebine giren gelir arasında oluşan büyük uçurumu hissettik. Şikâyet edilen konuların listesinde aracıların elde ettiği kârın yüksekliği hızla yükselişe geçti. Soframıza dalından düştüğünü zannettiğimiz meyve ve sebzelerinaslında hasattan tüketiciye kadar olan bir süreçten geçtiğini duyuverdik. Raflarda veya pazarda albeni diye bağıran meyve ve sebzelerin seçildiğini ve ıskartalarının olduğunu, neredeyse %20 düzeyinde bir ürün kaybının yaşandığını ve yükün tüketici olarak bize yansıdığını hayretle karşıladık. O zaman şimşekler çaktı ve eskimeyen yeniyi keşfettik; ya üretelim, ya üreticiden doğrudan alalım.

İster üretme ister ise birinci elden alma çözümünde, taze meyve ve sebzeye ulaşmak için köye yakınlığı ve bağı olanlar nispeten daha şanslı görünüyorlar. Bunu sırasıyla, müstakil evi olanlar, hobi bahçeli sitelerde oturanlar, balkonunda ben üretirim diyen azimliler izliyor. Üretime yönelik hedefler ve seviyelerin bir üste evrilmesi ekonomik imkanların sınırlamasına göre değişiyor. Bu noktada, köye taşınma, müstakil eve veya hobi bahçeli siteye taşınma, balkonu, terası yeniden tasarlama arayışları ve çözümleri devreye giriyor. Ailelerde farkındalık oluşması ve “üretim aşkı”nın alevlenmesi güzel ve sevindirici bir durum. Üretimin bizzat içinde olan ziraatçi bir akademisyen olarak en çok çocuklar için seviniyorum.

Salgına bağlı dönüşüm çağında tarımsal üretim ve üretici-tüketici dengesinde neler olabilir;

  1. Kendi ihtiyacını üretme: özellikle yaş meyve ve sebze üretiminde küçük hobi bahçeleri, şehre yakın köylere yerleşme, dairelerden müstakil evlere geçiş gibi çeşitli yollarla kendi tüketimini karşılamaya yönelik yeni arayışlar artacaktır. Hatta öyle ki, dairesinde balkonu veya uygun bir odası olanların mütevazi üretimlere yönelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
  2. Yeni girişim hobi bahçeleri: Şehre yakın yerlerde bir evin ortalama ihtiyacına göre yeni bahçelerin ve bostanların oluşturulması ile buraların kiralanarak veya satın alınarak üretim yapılması, gidilemediği durumlarda bakım ve ihtiyaçlarının bir işletme yönetimi tarafından kontrol edilmesi ve sağlıklı bir şekilde sürdürülmesi yeni bir girişim modeli olarak gelişecektir. Nitekim, bu tarz amatör bahçelere site şeklinde kurulmuş bazı yerleşim alanlarında rastlamak mümkündür. Bu şekilde bir üretim modelinin sürdürülebilirliği ve rantabilitesi tartışmaya açıktır. Ayrıca, daha ekonomik üretim ve yüksek verimli tarımsal üretim alanlarının parçalanması ve kullanım dışı kalma riski de üzerinde durulması gereken bir konudur.
  3. Anlaşmalı hobi üretimler: Bu yöntem ile yıllık ihtiyacın belirlenerek paketler halinde ön ödeme ile anlaşma yapılan bir yetiştirici tarafından üretilmesi ve tüketiciye elde edilen ürünlerin ulaştırılması şeklinde yapılan yeni bir yaklaşımla ürüne ulaşma sağlanacaktır.
  4. Doğrudan temin: Pazardan satın alma yerine üreticiden yerinde ya da e-ticaret yolu ile ürün temini şeklinde gerçekleşmektedir. Yerelde mevcut olan bu yapı, e-ticaret ile genişleyecek ve geliştirilecek yeni bir girişim modeli oluşturacaktır.
  5. İzlenebilir üretim süreci beklentisi: Sağlıklı meyve ve sebze temininde tüketici satın aldığı ürünün kaynağını bilmek, evine girene kadar geçirdiği evreleri gözlemek isteği hızla artış gösterecektir.
  6. Akıllı tarım teknolojilerinin kullanımının artması: Tarım işçilerinin hareketliliğinin en önemli sebebi yerel işçi kaynaklarının mevsimsel olarak yetersiz kalmasıdır. Salgın ile birlikte birçok riski de beraberinde taşıyan tarımsal işçi hareketlerinin azalması kaçınılmaz görünmesinin yanında, mevcut konaklama koşullarının konfordan uzak olması ve salgın sonrası yüksek maliyetlerle yeni bir yapılanmaya gidilmesi beklenen bir gelişmedir. Bu maliyetler yerine yatırımın tarımsal üretimde insan işgücüne dayalı yürütülen bazı işlerin akıllı teknolojilerle yönetilmesiyolunun açılması sonucunu doğuracaktır.
  7. Dikey tarım-fütüristtik yaklaşımlar: Son yıllarda topraksız tarım teknolojilerinin yanında bazı tarımsal ürünlerin besleme, sterilizasyon ve iklimsel koşulların tamamen kontrollü hale geldiği yeni teknolojiler ile üretilmesi üzerinde en çok çalışılan konuların başında gelmektedir. Salgın süreci ile bu popüler teknolojilerin hayatımızda yer alması ve yaygınlaşması beklenmektedir.
  8. Tarım kargoları- e-ticaret: Salgın ile birlikte e-ticaret yoluyla alışverişlerin %50 artış gösterdiği ifade edilmektedir. Burada, özellikle büyük market zincirlerinin yeni sürece hızlı adapte oldukları görülmektedir. Tarımsal ürünlere olan talebin yön değiştirmesi ile birlikte tüketiciye taze meyve ve sebzenin hasat sonrası kısa sürede ulaştırılması klasik kargo gönderim yöntemi ile istenmeyen sonuçlar doğurabilmektedir. Bu nedenle, taze olarak gönderim yapılan ürünlerin yeni bir yaklaşımla farklı bir kategoride değerlendirilerek “tarım ürünü kargosu” olarak işlenmesi ve teslim koşullarının yeniden değerlendirilmesi gündemi meşgul edebilir.

Sonuç olarak, tarımsal üretim, masa başında yapılabilecek bir iş zincirine sahip değildir. Bizzat içinde yaşanarak öğrenilen, geliştirilen ve hissedilen bir meşgaledir. Çünkü tarımsal üretimi etkileyen faktör sayısı çok fazladır. Bu faktörlerin kontrolü her zaman mümkün değildir. Şehirliler için bir heves olarak ortaya atılan ve realitede karşılığı olmayan yaklaşımlar ve modeller; topraklarımızın üretim dışına çıkması veya verimsiz hale getirilmesi gibi ardında içinden çıkılmaz yeni sorunlar yumağı bırakabilir. Bütüncül bir yaklaşımla ele alınarak, salgının bir fırsat haline getirilmesi ve çocuklarımızın “üretim” zevkini tatmaları sağlanmalıdır.

Sonucu ne olursa olsun, yaşanabilir bir dünya için “tohum” her koşulda toprağa düşmeli…

Doç. Dr. Serkan BOYAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir