Onur Yaser Can Emniyette Dövüldükten Sonra İntihar Etti
T24 ten Gökçer TAHİNCİOĞLUNUN özel haberine göre
Onur Yaser Can emniyette dövüldükten sonra intihar etti, dayanamayan annesi canına kıydı, babası adalet ararken öldü; şüpheli polislere ise 12 yıl sonra dava açıldı!
Ezgi Sevgi Can: Açılan dava, eksik bir iddianameyle de olsa, abimin, annemin ve babamın ruhlarına serpilen birkaç damla su, biraz güneş ışığıdır. Onlardan miras kalan direniş ve sevginin gücüyle, onların güzel ruhu için, devlet ve polis şiddetinin aldığı bütün güzel canların ruhları için, bu mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğim…
İstanbul Başsavcılığı, uyuşturucu satın aldığı gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra çıplak aramaya maruz bırakılan, darp edilen, tokatlanan Onur Yaser Can’ın intiharı ile ilgili olarak, 12 yıl sonra dava açtı. Daha önce yargılanan iki polisi hapse mahkûm eden mahkemenin suç duyurusuna rağmen valiliğin izin vermemesi nedeniyle soruşturma başlatılamamıştı. İdare mahkemesinin bu kararı iptal etmesinin ardından yürütülen soruşturmada, Can’ın gözaltına alınması sırasında görev yapan, ölümünün ardından belgeleri değiştiren dört polis ve bu konudaki belgeleri yok etmekle suçlanan bilirkişi hakkında dava açıldı.
Polisler, savunmalarında, dosyanın zamanaşımına girdiğini iddia etti. Şüpheli bir polis ise Onur Yaser Can ve ardından annesi Hatice Can’ın intihar ederek yaşamlarını yitirmelerine, adalet mücadelesi veren baba Mevlüt Can’ın, yargılamaları göremeyerek, olaydan dokuz yıl sonra vefat etmesine karşılık, sınavlara giremediği için asıl kendisinin mağdur olduğunu savundu. Aileden geriye kalan tek isim olan ve adalet mücadelesini yürütmeye devam eden Ezgi Sevgi Can, “Açılan dava, eksik bir iddianameyle de olsa, abimin annemin ve babamın ruhlarına serpilen birkaç damla su, biraz güneş ışığıdır. Ailenin geriye kalan bireyi olarak ben annem, babam ve abimden bana miras kalan direniş ve sevginin gücüyle, onların güzel ruhu için, devlet ve polis şiddetinin aldığı bütün güzel canların ruhları için, bu mücadeleyi sürdürüyorum ve sonuna kadar sürdüreceğim” dedi.
Her şey, annesinin “mavişim” diye sevdiği oğlu Onur Yaser Can’ın yaşama veda etmesi ile başladı. Onur Yaser, anne ve babası aşkla evlendiklerinden olacak, bebekliğinden itibaren gülümseyen bir çocuktu.
1982’de doğdu, 4 yaşına kadar Ankara’daydı. Sonra kaderinin de benzediği Bağdat. Birleşmiş Milletler’in okulunda, onlarca farklı çocuğun arasında okudu. 1987’de kız kardeşi de geldi dünyaya. İki yıl sonra aile döndü Türkiye’ye. Anadolu Lisesi’ni kazandı. Bitirip girdiği ilk sınavda, dereceye de girdi. ODTÜ Mimarlık, ilk tercihiydi. Daha yeni kayıt yaptırmıştı ki, Belçika Güzel Sanatlar Fakültesi’nden burs geldi. Sonra yeniden Ankara. Fazla durmadı, aklı hep farklı dünyalardaydı. Değişim programı ile gittiği İtalya’da mimariyle büyülendi. ODTÜ’yü bitirdiğinde, 3 dil biliyordu, 3 kıtayı keşfetmişti.
Ailesinin ısrarına rağmen amcasının yaşadığı ABD’ye gitmedi, İstanbul’daydı mavi gözleri. Kolayca iş buldu. Her şey istediği ve planladığı gibi gidiyordu. Bir gençlik gecesinin nelere yol açabileceğini ise o tarihlerde bilmiyordu.
2 Haziran 2010’da, narkotik polisi, Onur Yaser Can’ı gözaltına aldı. Yasaya göre esrar kullanmak suç değildi ama ne yapsa, sadece kullanmak amaçlı aldığını anlatamadı.
“Kader kurbanı” ilan edilen torbacılar, onların ağababaları, onları himaye eden siyasiler, onların yatlarının bekletildiği limanların yöneticileri yaşamlarını ferahlık içinde sürdürüp giderken, nezarethanede Onur Yaser vardı.
İlk ifadesi alınırken sorguya avukat çağrılmadı, ailesi de aranmadı.
Çırılçıplak soyuldu, dövüldü. Polise yalvaran gençlerin sesleri dinletildi Onur Yaser’e. Muhbirlik yapması isteniyordu. Onur Yaser, anlamıyordu.
Anlamadıkça, ailesinin dokunmaya kıyamadığı yüzü tokatlandı. Kurtulduğunu sandığı anda, “yeniden görüşeceğiz” denildi, korku kalbini kapladı.
Yeniden emniyete çağrıldı
Doktor muayenesinden önce ifade tutanakları imzalatılmadı, muayene sırasında polis de girdi odaya. Muayene bitince okumasına izin verilmeden tutanaklar imzalatıldı.
Serbest bırakıldıktan sadece bir gün sonra yeniden emniyete çağrıldı. Korkuyla gittiği emniyetten çıktıktan sonra da takip altındaydı.
İfadeleri alabilmek için bir avukata başvurdu. Ancak ifadeleri avukatı da alamadı. Emniyetten, imzası eksik olduğu gerekçesiyle yeniden çağrıldı.
Yeniden ifadeye gitmesi gereken günün akşamında, 23 Haziran 2010’da, oturduğu apartmanın 3. katından kendini boşluğa baktı.
Daha birkaç saat önce, hiçbir zaman sıkıntılı olmayan o sesiyle, büyük sıkıntıların içinde Ankara’yı aramıştı. İstanbul’a çağırmıştı annesi ile babasını. Anne ve babası, oğullarının cenazesini almak için gece 03.00’te İstanbul’daydı.
“Çırılçıplak soyuldum, tokatlandım”
Yemiyordu, içmiyordu günlerdir, tedirgindi, yarım kalmış son notunda da “Yakalandıktan sonra çırılçıplak soyuldum. Duvara yaslanmamı söylediler. Öksürtüldüm, bir süre çömeltilerek bekletildim. Bu süreçte ağlayan, polislere yalvaran bir kişinin sesi dinletildi, tokatlandım, sözlü olarak aşağılandım. Polislerden biri beni telefonla emniyete çağırdı ve önceki ifademden farklı bir ifade imzalattılar. Muhbirlik yapmam söylendi” diyerek, o korkusunu anlatmıştı.
Dosya kapatıldı
İntiharın ardından geçen 11 ayda, dosyayı 3 ayrı savcı aldı. İşkence iddiaları araştırılırken, sadece emniyetin giriş-çıkış kayıtlarına bakıldı. İşkence iddiası “takipsizlik” kararıyla kapatıldı.
Onur Yaser Can’ın ifadelerinin emniyette değiştirildiği ise netti, buna rağmen tutanağı neden imzaladığı da araştırılmadı, işkence ihtimali akla bile getirilmedi.
İki polise sanki değiştirdikleri önemsiz bir belgeymiş gibi, “evrakta sahtecilik”ten dava açıldı. Polis ifadelerine göre ise “Yaser çırılçıplak soyulmuş ama nazik davranılmıştı.”
İki polis, indirimli cezalar ve 1 gün aylıktan kesinti kararıyla kurtardı. Yargıtay kararı bozdu, 8 yıldır sürüyor davaları.
12 yıl sonra dava
İşkence kısmı eksikti ancak idare mahkemesinin kararı sonucunda, İstanbul Başsavcılığı, Onur Yaser Can’ın gözaltına alınışından 12 yıl sonra dava açtı.
İddianamede, şüphelilerin ifadelerine yer verildi. İfadeler de durumun vehametini ortaya koyuyor.
Neyleyim geç gelen adaleti. İnsanlar öldükten sonra dava açılsa ne olur. Öyle bir adalet sistemi oluşturulmalı ki suç işleme niyeti olan herkes bu niyetinden vazgeçmeli, insanlar özellikle de kamu görevlileri suç işlediği zaman bunun yanına kalmayacağını bilmeli