Diyarbakır Gazetecileri
16 gazetecinin aynı anda tutuklanmasını tesadüfi gelişmelere bağlamak inandırıcı olmaz. İktidarın o bölgede mevcut durumuyla yetinmek istemediği, baskı ve susturma rüzgârıyla tabloyu değiştirmeye çalışacağı akla geliyor.
Diyarbakır’da gazetecilere yapılan “terörle mücadele” operasyonu, uzun mu uzun süren gözaltılar ve ardından gelen tutuklamalar, son dönemde yargımızın elinden çıkan en “nadide” işlerden biri olmaya aday görünüyor.
Savcılık apar topar dava açılması yönünde hareket ettiğine ve ağı bu kadar geniş attığına göre, ortada güncel gelişmelere ve ciddi delillere dayanan, neredeyse bütün Diyarbakır medyasının bir ucundan dahil olduğu somut bir şeylerin olmuş olması beklenir, değil mi?
Bu sorunun cevabı meçhul; ama bölge ölçeklerini dikkate aldığımızda, gözaltına alınanların ve nihayetinde tutuklananların sayısının sıra dışı olduğu aşikâr. Hani, “Diyarbakır’da gazeteci kalmadı” desek, yeridir.
Uzun gözaltılar ve tuhaf kısıtlamalar
Başlangıçta aileler, avukatlar ve kamuoyu bu kadar çok sayıdaki gözaltının ardındaki ciddi sebebi bir türlü öğrenemedi. Sonradan parça parça yansıyan bilgilere bakınca da ciddi bir gerekçe görmek ve ikna olmak mümkün olmadı.
Başsavcılığın, anlaşılmaz nedenlerle gazetecilerin dosyalarına kısıtlama getirmesi ise hukuki olup olmadığı bir yana, tuhaflığı artıran bir başka faktör oldu.
Zor geçen 8 günden sonra anlaşıldı ki, Diyarbakır’daki bu Kürt gazeteciler, “PKK-KCK medya yapılanmasına dönük bir soruşturma” kapsamında gözaltına alınmışlar.
Emniyet Terörle Mücadele Şubesi’nde yapılan sorgulamada ”susma” haklarını kullanan gazetecilerin, Nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliği’ne çıkarıldıklarında ise kendilerine yöneltilen “Silahlı terör örgütü üyesi” suçlamasını reddettiklerini biliyoruz.
Daha soruşturmanın başında böyle bir gerekçeyle ifadelerine başvurulacağı söylenmiş olsaydı, hava bu kadar kriminalize edilmeseydi, sonuç farklı mı olurdu, çok şüpheliyim.