Sevilay Çelenk yazdı: Muhalefeti Rehin Almaya Çalışan Kumpas Düzeni ve Bir Mektup
Perşembe günü neredeyse güzel bir gündü. Güzel güzel devam etmeye aday bir gün. Sabahın erken saatlerinde Selahattin Demirtaş’tan bir mektup almıştım. Demirtaş’ın birçok başka akademisyen, yazar ve sanatçıya gönderdiği, “sevgili dostum, sevgili arkadaşım” diye sakin sakin, tane tane devam eden adeta konuşan bir mektup. Bu rehine düzeninden kurtulabilmemiz için yapılması gerekenlerdeki “aydın sorumluluğuna” seslenen bir mektup. Zaten kendisi de bu mektupla beş yıldır rehin tutulduğu cezaevinde bu sorumluluğu yerine getirmeye çalıştığını söylüyordu. Sevgili Selo Başkan sayesinde güne iyi başladım.

Sonra gün içinde HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın üç gün evvel partisinin Meclis grup toplantısında yaptığı etkileyici konuşmayı dinledim. Kararlı ve gerçekten çok “hakiki” bir seslenişti. Mevcut siyasi liderlerin üzgünüm ama hiçbirinden çıkmayan ve çıkamayacak olan bir hakikilikten söz ediyorum. Mithat Hoca’nın konuşmasında haliyle bir “Kürt rezervi” yoktu. Dilin ve söylemin üzerinde bu rezerv oldukça ne gerçek bir konuşma, ne gerçek bir muhalefet üretmek mümkün değil diye düşündüm izlerken. En yakıcı meselelerden biri olan Suriyeli mülteciler meselesinden ekonomik krize her konuda uzun uzun konuştu. Bu meseleler ancak bu rezervsiz dil içinden konuşulabilir. Başka türlü meselelerin çözümü bir yana, konuşulup anlaşılması bile mümkün olmuyor.
Tabii güzel bir gün demeye kalmadı, Yargıtay Canan Kaftancıoğlu’na beş ayrı davadan verilen mahkumiyet cezalarının üçünü onayladı. Kaftancıoğlu’na siyaset yasağı getirildi…
Gün içinde ara ara da Fazıl Say’ın babasının cenaze töreniyle ilişkili haberlere baktım. Bu toplumun birçok farklı kesiminin sevgisini ve saygısını kazanmış olan Ahmet Say’la tanışma şansım olmuştu. Kıymetini sezmek için iki saat sohbetin yeteceği o güzel insanlardan biriydi Ahmet Say. Üzücü bir kayıp… Fakat buna rağmen Ahmet Say’ın cenaze törenine gösterilen ilgide de insana iyi hissettiren bir şeyler vardı. Allah sıralı ölüm versin ve herkese onun gibi onurlu bir yaşam nasip etsin duygusu olabilir bu… Ahmet Say’ın cenaze töreninde Mithat Hoca da vardı. Sevgili Fazıl Say tüm sosyal medya paylaşımlarında katılanlara teşekkür ederken onun adını da özenle andı. Bunun dikkatimi çekmiş olması ne kadar hazin bir yandan da değil mi? Fakat biliyorsunuz HDP’lileri adı anılmaz kılmaya çalışan bir kötülük düzeninde yaşıyoruz. HDP Genel Başkanı’nın ya da herhangi bir HDP’li siyasetçinin (aslında genel olarak Kürdün) adını anmak toplumda Fazıl Say gibi tanınmış insanların iki kere düşüneceği bir şey halini aldı.
Hayat işte… Sevgili Mithat Hoca Fazıl Say’ın babasının cenazesinden döndüğü gün kendi güzel anacığını kaybetti. Nur içinde yatsın…
Kürdün adını anmak demişken, Selahattin Demirtaş, bir vakar ve bir makul içinde dilini acılaştırmadan bunu da şöyle ifade ediyor: “Tüm baskılara ve akıl almaz zorlamalara rağmen Kürtler halen birlikte, yan yana yaşama taraftarıdır. Bugün Türkiye’de iddianameler ve ceza kararları dışındaki tek bir belgede Kürt sözcüğü geçmez. Yani yirmi milyon Kürt resmiyette yoktur, yüz yıldır üstü çizilmiştir. Bizim de ısrarla altını çizmemizin nedeni budur. Kürt sorununun çözümünü sırf ben Kürt olduğum için değil, bu sorun çözülemezse ülkeye demokrasinin gelmesi mümkün olamayacağı için çok önemli görüyorum. Hakeza Alevi yurttaşlarımızın, neredeyse devletin tümünden dışlanmış olmaları, cumhuriyetin ikinci yüz yılında yeniden inşa sürecine eşit yurttaşlık talebiyle katılmalarını zorunlu kılmaktadır. 1923’ten sonra 2023’te de Kürtlerin, Alevilerin ve diğer kesimlerin yok sayılmaları demokrasiyi kurmayı imkansız hale getirir. Zaten böyle bir yaklaşımın kendisi demokrasiye temelden aykırıdır.”
Gün böyle bir gündü. Bir memleket günü. Hayattan bir gün. Sadeliği içinde yaşayıp gideceğimiz, üzerine sakin sakin düşünmemiz gereken şeylerin olduğu bir gün. Ama bu bile mümkün olmuyor. Demirtaş’ın, siyasal muhalefet bakımından kesinlikle ön açıcı olan, demokrasi mücadelesini bu ayrıştırıcı kutuplaştırıcı iklimde bile ortaklaştırma imkanını açık seçik gösteren bu mektubunu iki satır konuşma şansımız bile olmadı. Öğlen saatlerinde Canan Kaftancıoğlu ile ilgili Yargıtay 3. Dairesi kararı duyuldu. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu partisinin bütün vekillerine “Derhal İstanbul İl Başkanlığı binamıza doğru yola çıkın” çağrısı yaptı. Canan Kaftancıoğlu tıpkı Selahattin Demirtaş örneğinde olduğu gibi sadece ve sadece etkili bir siyaset yaptığı için bu rehine düzeninin gazabına uğrayan son ama sonuncu olmayan isim oldu. Sekiz yıl evvel atılmış tweetler yüzünden mahkumiyet ve siyaset yasağı söz konusu olacaksa AKPMHP’li siyasetçiler arasında bu cezalardan nasiplenmeyecek bir tek ismin olmadığı gerçeği kimin umrunda?

Peki hayattan bir gün akıp giderken ve bütün bunlar yaşanırken muhalefetin durumu neydi?
“Muhalefetin farklı şekillerde bir araya gelme girişimleri henüz yeterince toplumsal heyecana, kolektif bir umuda yol açmamış, toplumun çoğunluğunu tatmin edememiştir. Kanımca bunun temel nedeni, köklü bir zihniyet devrimi ve yapısal değişiklikler yerine, genelde iktidar değişimini hedefleyen yetersiz yaklaşımlardır. Muhalefet, bu haliyle bir kısır döngü içindeymiş görüntüsü veriyor. Eski düşünce kalıpları ve yüz yıllık gereksiz korkular ile milliyetçi reaksiyonların rengini verdiği tutumlar hiçbirimize yeni bir yaşam vaat etmiyor. Temel hedef, taktiksel işbirlikleriyle seçim kazanmaya çalışmak olmamalıdır. Tam tersine asıl hedef, seçimler aracılığıyla cumhuriyeti demokrasi temelinde yeniden inşa etmek olmalıdır.”
Demirtaş’ın mektubundan satırlar bunlar.