Cezaevinden Bir Feryat…
Elif Çakır
Bir devlet düşünün ki bir buçuk milyon vatandaşına “terörist” şüphesiyle yaklaşmış… Bir yargı düşünün ki ülkesinde bir buçuk milyon kişi hakkında “Silahlı Terör Örgütü Suçları” kapsamında soruşturma başlatmış!
Bir devlet düşünün ki ülkesinin 800 şirketine “terör örgütünün” uzantısı olduğu gerekçesiyle kayyım atamış, hakkında mahkumiyet kararı olmayan, soruşturma dahi açılmamış on binlerce insanının sicilini bozmuş, hukuken geçerli hiçbir suç delili olmadığı “adeta” diyerek alınlarına “terör şüphelisi” damgasını vurmuş.
On binlerce kamu çalışanı vatandaşını KHK ile kamu görevlerinden atmış, vatandaşlarını sivil ölüme terk etmiş bir ülkenin hukuk devleti olduğunu söylemek mümkün mü?
Dünyada bunların başka bir örneği var mıdır?
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan devletin başı. Tek yetkili. Ülkenin tek sorumlusu. Her şey iki dudağının arasında. İstese çok güzel şeyler de olabilir. Bir gecede bütün hukuksuzlukların son bulmasını sağlayabilir, KHK haksızlıklarını bitirebilir.
İki dudağının arasında, kim karşı çıkabilir ki?
Devletin başı olarak Sayın Erdoğan’ın samimi olarak cevaplamasını istediğim bir soru var.
Sayın Erdoğan her fırsatta “Devletin dini adalettir” diyor, “Adaletin olmadığı bir devlet, tıpkı temelsiz bir bina gibi eninde sonunda yıkılıp gitmeye mahkumdur” diyor.
Sayın Erdoğan, başında olduğu, yönettiği devletin adalet üzere olduğunu söyleyebilir mi?
Bir devlet adaleti terk ettiğinde, aslında neyi terk etmiş olur? Hayrettin Karaman hocamız da bu meselenin fıkhı fetvasını yazabilir, cevaplayabilir köşesinde. Hatta daha da iyi olur.
Devletin kolonu, krişi, tavanı, çatısı, kapısı, tabanı nedir?
Vatandaşlar devletin nesi olur?
Halkını doyuramayan, ocağına aş koyamayan, iş veremeyen, halkını her gün, her dakika daha da yoksullaştıran bir devlet güçlü bir devlet midir?
Bir ülkede halk evine ekmek götüremeyecek, elektrik faturalarını ödemeyecek hale gelmişse, küçücük çocuklar “devlet her şeyi çok pahalı yapmış, evimizde ekmek yok, iş yok, babam iş bulamıyor, para yetmiyor” diye feryat eder hale gelmişse, o devletin sapasağlam olduğundan söz edebilir mi?
ABD Anayasasının kurucu babalarından James Madison “Adalet bir devletin amacıdır” diyor. Bunun için baştan itibaren yargıyı bağımsız yapmışlar. Kuvvetler ayrılığını esas almışlar. Evet, adalet devletlerin amacıdır. Adaleti terk eden bir devlet amacından sapmıştır. Doğru yoldan çıkmıştır, istikametini kaybetmiştir.
***
Cezaevlerinden her gün mektuplar alıyorum. Her bir mektup yüreğimi dağlıyor. Her mektupta kendimi daha da çaresiz hissediyorum. İçim acıyor. Oğlum, kızım yaşındaki mahkumlardan aldığım mektuplar beni kahrediyor. Tanımadığım, yüzünü bilmediğim, sesini tanımadığım mahkumların beni “abla” yerine koymalarından mutlu oluyorum ama o mutluluk sonra yerini derin bir hüzne bırakıyor.
Bugün Muhammed Hasan Yalım’ın mektubunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Cezaevinde aynı durumda olan, aynı sorgulamayı yapan, yüzlerce gencecik Muhammed Hasan var. Dolayısıyla bu mektubu en çok da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, eşi Emine Erdoğan hanımefendinin okumasını istiyorum.
***
Muhammed Hasan diyor ki:
“Merhaba Elif Abla, size bu satırları hiçliğin geldiği yerden ve bir hiç kimse olarak yazıyorum. Hiç kimse olmanın ne demek olduğunu anlamak ve hatırlamak için 14 adımlık voltam yetiyor. Kendime ‘hiç kimse’ diyorum ama yanlış anlamayın 15 müebbet artı 3000 yıl ceza aldım. Belki bundan anlayabilirsiniz.
Bu olaylarda gariban isen, kimin kimsen yoksa en suçsuzu dahi olsan en yüksek cezayı alıyorsun. Türkiye’de adalet adaletsizliği unutmaktır abla. Ben vatanımı sevdim ve başka hiçbir şeyi anlamayacak kadar kördüm. Daha 20 yaşına girmemiş biri neyi görebilirdi?
İlk okul, 5 yıl meslek lisesini okudum, sonra 6 ay sanayide bir mobilya üretiminde çalıştım ve askere geldim. Isparta’da kışlaya ilk girdiğimde öğretilen ilk şey “emret komutanım” oldu, emret komutanım demek emret öleyim demektir. Biz erdik, konuşmayın rütbedeydik. Eğitimdi, yemin töreniydi derken 2 ay geçti. Sonra İstanbul Metris Kışlası’na geldim. İlk günlerimiz eğitim, silah tutma, kullanma ve iç hizmetleri kanunlarını ezberlemekle geçti.
O akşam bizi araçlara doldurdular, bir devriye onbaşı bölük komutan vekiline tekmil verdi o da gidip şarjörler getirdiler ve dağıttılar, ama bunun dışında hiçbir şey söylenmedi, yolda “bir yerin güvenliğini almaya gideceğimizi” söylediler. Yolda giderken trafik tıkalıydı. Trafik polisi yolu açtı, araba kalabalığından sıyrılıp gittik. Aracımız durduğunda İBB yazan binanın önündeydik. Binaya saldırı olabileceğini korumamız gerektiğini söylediler. Biz de beklemeye başladık. Dört gözle bakıyordum şüpheli kim var diye. Bir müddet sonra bölük komutan vekili ‘benimle gelin’ dedi, gittik. ‘Buradan kimseyi geçirmeyin’ emri verdi. Sonra bir anda ortalık karıştı, bölük komutan vekili yere ateş etti, artık hedef gözetiyordu. Ne olduğunu anlayamadık. Er arkadaşlarımızın bir kısmı havaya ateş etmeye başladılar. Tüfeğimi sırtıma astım, beni belediyenin yanına çağıran arkadaşımın yanına gittim, orada güvenlik güçlerine teslim oldum. Bizi bir minibüse bindirdiler. Yolda giderken aracımızın etrafı çevrildi, vatandaşlar aramızı sallamaya, camları kırmaya çalıştılar. Polisler “bunlar er bırakın” dedi. Şoför kalabalığı yarıp gitti. Durduğumuzda bodrum katı gibi bir yere girdik. Ne olduğunu anlayamadık. Bir tane yüzbaşı getirdiler aramıza eli yüzü, gözü şişti. ‘bize ne olacak’ diye sordum ‘size bir şey olmaz’ dedi.
Gelen yüzümüze tükürüyordu, giden küfrediyordu.
19 Temmuz’da mahkemeye çıktık. Hakim “güvenliğiniz için sizi tutuklamak zorundayım’ dedi. Silivri cezaevine gönderdiler. Bir daha çıkamadım.
Bir yılın sonunda iddianamemiz hazırlandı, FETÖ nedir bilmiyorum, darbe nedir bilmiyorum ben hiçbir şey yapmadım ama iddianamemde 15 müebbet 3000 yıl ceza istemi yazıyordu. Bu ceza verilmez dedim, ben bir şey yapmadım. Ceza aldım. İstinafta bozulur dediler. İstinaf onayladı.
Yargıtay savcısı dosyamızın bozulmasını istedi. Tam iki yıl oldu. O zamandan beri bekliyoruz.
Ben evlenecektim, ablamın Ağustos ayında düğünü vardı, benim onca hayalim vardı. Evleneceğim kız 6 yıldır beni bekliyor. Telefonda konuşurken “değişmedin hiç değil mi diye soruyor”- ona “Eski halim nasıldı ki” diyemiyorum. Annem “ben seni devlete emanet ettim” diyor susuyorum cevap veremiyorum. Kanun, adalet, hukuk neden var? Ben bu soruların cevabını altı yıldır veremiyorum. Siz bu sorulara cevap verebiliyorsanız verin abla. Siz yazdıklarımı okudunuz, gördünüz.”
***
Siz de okudunuz, gördünüz. 20 yaşında bir er, “emret komutanım” hiyerarşisinde ne yapabilirdi? Neye itiraz edebilirdi?
Bu gençlere yazık değil mi? Türkiye’de hukuk ve hukuk devleti ilkeleri hakim olsaydı er Muhammed Hasan 15 müebbet 3000 yıl ceza alır mıydı?
Türkiye’nin acilen hukuka ve hukuk devleti ilklerine dönmesi gerekiyor. Hem de hemen.