Cumhuriyet-3
Halil Köken
Cumhuriyet yazılarına devam ediyoruz. Çünkü insanoğlunun şu ana kadar bulduğu en iyi yönetim sistemi olan Cumhuriyet, yaklaşık 100 yıllık bir geçmişi olan bir yönetim sistemi olmasına rağmen halen daha bir takım eksiklikleri var. Zaten böyle olması da normal çünkü içinde insan olan bir şey dondurulamaz. İnsan düşündükçe daha iyisini arayacaktır.
Geçen yazımızda bu eksikliklerden lider oligarşisini ele almıştık. En sağdan en sola bir lider diktatörlüğü vardır. Bir şekilde parti içi iktidarı ele geçirdiği zaman kendi koltuğu oluyor ve Japon yapıştırıcısı ile o koltuğa yapışıyor. Partisi iktidar ortağı olmasına rağmen koltuğunu bırakan tek insan rahmetli Erdal İnönü idi. 1993’te partisi iktidar ortağı olmasına rağmen vefat etmeden siyaseti ve koltuğunu bırakmıştır. Türkiye’de liderler kutsaldır. O giderse ölür, biter, yanar kül oluruz. Oysa devleti kuran kişi bile “benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Lakin Türkiye Cumhuriyeti İlelebet payidar olacaktır” demişti. Her fani gibi gün gelecek ve o koltuğu bir gün bırakmak zorunda kalacaktır. Mezarlıklar kendini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur diye bir söz vardır.
Bu hafta size Cumhuriyetimizin bir diğer eksikliğinden bahsetmek istiyorum. Oda baraj meselesi. Efendim 12 Eylül öncesi aylarca hükümet kurulamıyor ya da Güneş Motel olayı gibi bir grup Milletvekili parti değiştiriyor ve karşılığında Bakanlık koltuğuna oturuyordu. O günlerin meşhur tabiri ile “Kadayıfın altının kızarmasını bekliyordu” Kimi partiler kilit parti haline gelebiliyordu. Kendileri sağ veya sol hangi hükümetin içerisinde yer alırsa hükümet kuruluyor, yer almazsa hükümet kurulamıyordu. Partilerin kilit parti haline gelmesini önlemek için 12 Eylül yöneticileri kendilerince böyle bir çözüm bulmuşlardı.
Kenan Evren’in deyişiyle “ırkçı ve irticacı partilerin kilit haline gelmemesi için” % 10’luk Türkiye barajını bulmuşlardı. Hatta Turgut Özal, 1987 seçimlerinde % 20 kimi bölgeler de % 25 bölge barajı getirmişti. Ancak partiler seçim ittifakları ile çalıyı dolanarak buna bir çözüm buldular. Hile-i Şeriye ile barajı geçmenin bir yolunu buldular. 1991 seçimlerinde Sosyal Demokrat Halkçı Parti ile, Halkın Emek Partisi gibi veya Islahatçı Demokrat Parti, Refah Partisi, Milliyetçi Çalışma (sonradan Hareket)Partisi işbirliği gibi veya 1995 seçimlerinde Anavatan Partisi Büyük Birlik Partisi işbirliği gibi. 2007 seçimlerinde Halkların Demokrasi Partisinin bağımsız adaylarla seçime gitmesi gibi.
Görüldüğü gibi % 10 barajının uygulandığı yaklaşık 40 yıldır Türkiye Geneli seçim barajı çokta işe yaramış değildir. En sağdan en sola birçok parti bir şekilde Meclis’e girmiştir. Yapılacak olan en doğru iş bir seçim bölgesinden Milletvekili çıkaracak kadar oy alan parti veya adaylar o bölgeden Milletvekili çıkarabilsin. Velev ki bir Milletvekili bile çıkarmış olsa bile. Unutmayalım ki, temsilde adalet diye bir olay var. Seçimlerin amaçlarından birisi temsilde adaleti sağlamak olmalıdır. Birçok kişi hemen “ama efendim” diyerek itiraz edeceklerdir. Bunlara cevabım da şudur ki, savunduğunuz baraj hangi partinin Meclis’e girmesini engelledi. Partiler maskeli bir şekilde Meclis’te temsil edilsin. İyi uykular efendim. Biz böyle de mutluyuz.