Cuma, Aralık 13, 2024
AÇIK GÖRÜŞ

HİLAL KAPLAN’A SORU SORABİLİR MİYİZ?

Muhalif olduğumuz, üstelik iktidarın güllesi altında ezildiğimiz için iktidar savunucularını savundukları ideoloji nedeniyle suçlayamayız

Fatma Zehra FİDAN
Soru zor değil, kendi içinde de tutarlı: Dindarlık ve din dışılığın aynı çizgide olması mümkün müdür?

Aristoteles’ten mülhem akıl ilkelerinden biri şudur: Bir şey, aynı anda ve zamanda hem kendisi hem kendisi olmayan olamaz.

Yani bir şey aynı anda hem siyah hem siyah olmayan olamaz; ya siyahtır ya siyah olmayan. Ancak bazen üçüncü halin imkânsızlığını bu netlikte savunamayabiliriz.

Mesela balkonda oturan bir insan “Ben evin içindeyim.” derse, balkonun eve dahil bir alan olmaklığı nedeniyle sözü söyleyen haklıdır. Ancak aynı kişi ev dışındaki atmosfer ve çevresel etkilere maruz kalması nedeniyle “Ben evin dışındayım.” dediğinde de haklıdır.

İnsan varlığının düşünce ve inanç yapısı, hadi doğrudan söyleyelim ahlâk söz konusu olduğunda konu daha da giriftleşir. Hepimizi köşeye sıkıştıran ahlâki sorular, üzerinde düşünen pek çok kişi tarafından cevapsız kalmıştır, kalacaktır da.

Mesela çocuğunuz ölümcül hasta; ilacını içmezse ölecek içerse yaşayacak. Fakat ilaç alacak paranız yok. Köşedeki eczanede ise ilaç var. İlacı ödünç alma imkânınız yok, ilacı çaldığınız takdirde eczacı iflas edecek. İlaç o kadar pahalı ve nadir bulunuyor yani.

Ne yaparsınız? Hadi yüreği olan cevap versin.

Hilal Kaplan yıllardır iktidarın savunuculuğunu yapan bir isim. İnsanların siyasal tercihleri ve eylemselliklerinde özgür olması için mücadele ediyoruz. Çünkü tercihlerini özgürce yaşamak demokratik bir toplumun en belirleyici özelliklerinden biridir.

Muhalif olduğumuz, üstelik iktidarın güllesi altında ezildiğimiz için iktidar savunucularını savundukları ideoloji nedeniyle suçlayamayız. Üstelik dindarlık ve muhafazakârlık söylemleriyle Türkiye toplumunun güvenini kazanan mevcut iktidarın takipçilerinden azımsanamayacak bir kitlenin masum dinî inançlarla iktidara bağlı olduklarına inanıyorum.

Belki Hilal Kaplan da onlardan biridir. Söylediklerimde samimiyim. İnsan bazen öyle inanır ve inancında öyle kaybolur ki, sorgulama gücünü kaybeder. (Buradan Marx’a selam olsun.) Bu savları neticesinde sahip olduğu kazanımları “İlâhi bir lütuf”, uğradığı bela ve musibetleri “İlâhi bir tokat” olarak değerlendirir.
Hilal Kaplan, iktidara eklemlenmesinin getirilerini bu minvaldeki bir lütfa mazhar olmak şeklinde değerlendiriyor olabilir.

Okurlarımı daha fazla öfkelendirmeden asıl konuma geçiyorum.

Hilal Kaplan’ın söylemlerinden, savunuculuğunu yaptığı iktidarın Türkiye toplumu için vazgeçilmez bir kurtuluş vesilesi olduğuna inandığını, ona karşı çıkanları ise “vatan haini ve terörist” olarak konumlandırdığını anlıyoruz. Konu en hafif şekliyle böyle ifade edilebilir.

Diyelim ki Ayşe Özdoğan, muktedirin açıp desteklediği, üstelik kendi çocuklarını gönderdiği bir kurumda değil de terörist yetiştirilen bir merdiven altı kurumda öğretmenlik yapmış olsun. Bu varsayımı yazmak bile kalemime ağırlık veriyor ama varsayalım ki öyle olsun.

Her şeyden önce Özdoğan’ın talebi af değil, sağlığına kavuşuncaya kadar cezasının ertelenmesi.

Bu arada Hilal Kaplan’a kaybedilen kişileri, onların gözü yaşlı bağrı daşlı yakınlarını, cezaevlerinde tecavüz edilen din kardeşlerini, yüce devletimizden para çaldığını itiraf edenlerin hukuksal durumlarını, Mehmetçiklerin ölüm fetvasını veren IŞİD militanının tutuksuz yargılanmasını, Kur’an kurslarında cinsel istismara maruz kalan çocukların istismar faillerinin bulunmadığı gibi olay(lar)ın üstünün örtülmesini, sayısı her geçen gün artan kadın cinayetlerinin intihar olarak sunulmasını…

Ve bütün bunların iktidarın sorumluluğunda olan yüce devletimizin namusunu nasıl lekelediğinin farkında olup olmadığını sormayacağım.

Gerekirse sorarız, aynı meslekten olduğumuz için soruların cevaplardan daha önemli olduğunu bildiğini varsayıyoruz.

Asıl konuma döndüğümde içimden şu sorular yükseliyor: Varsayalım ki Ayşe Özdoğan’ın sizin ve hepinizin çocuklarına eğitim veren bir öğretmenden daha farklı bir anlamı var; varsayalım ki o bir terörist… Bunu bile yazarken elim titriyor ancak “varsayalım” diyorum, vurgulu bir şekilde.

Sayın Hilal Kaplan, dinsel konulara yaklaşımınızdan dolayı İslâm peygamberini ve ‘kardeşlerim’ dediği sahabelerin hayatını okuduğunuzu varsayıyorum. İslâm tarihinde şu tavrınızı meşrulaştıracak ve sizi mazur gösterecek bir tek olay var mıdır?
Hadi dini konulardan da çıkayım şöyle sorayım: İnandığınız değerler aşkına, kanser hastalığının son evresini yaşayan bir mahkûmu ölüme göndermenin size ve iktidarınıza sağlayacağı yarar nedir?
Sanırım asıl soru bu.

Hani siyasette pragmatizm en temel yasadır, siyasal başarı için padişahlar kendi oğullarını bile öldürebilmişlerdir ya, bu bağlamda daha anlaşılabilir olacak sorum.
Tavrınızın temel nedeni nedir?

Yüce Türk Devleti’ni azılı bir teröristten korumaksa, inanın bu masal çok çok çok fazla masal kalıyor, hiç kimsenin dinlemeye tahammül edemeyeceği kadar masal bile olmayan bir masal kalıyor.

İsterseniz bir an kendinize ve söylemlerinize dışarıdan bakmayı deneyin, emin olun sadece bir anda bunu anlayacaksınız.

Benim gibi bir KHK’lıdan öneri almak size yaraşmaz, bilirim. Ancak insanlık adına bir şey diyeyim size: Kendi ideolojinizi bile korumaktan uzak bir tavır içindesiniz. Başka bir ifadeyle bindiğiniz dalı kesiyorsunuz, hem de ışık hızıyla.

Bu tavır iktidar cenahının toplu yönelimi oldu son zamanlarda ancak sizi insanlık adına uyarmak istedim: Yanlış yoldasınız. Biraz daha pragmatik düşününüz. Merhamet, ahlâk, nezaket ve nezafet gibi kavramlar kalbinizi terk etmişse bile terk etmemiş gibi yapabilirsiniz.

Madem başladım, devam edeyim: Bir kere, sadece bir kere bütün dış etkilerden sıyrılmaya çabalayarak insan olmanın anlamı üzerinde düşünmenizi öneriyorum.
Sahi insan olmanın ve hayatın anlamı nedir sizce?

HABERİN KAYNAĞINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ