Bir Şahlanışın Hikâyesi
Halil Köken
Bir Çin atasözü der ki “eğer bir yılı düşünüyorsan pirinç ek, eğer 10 yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik, Eğer 100 yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir.”
Cumhuriyet kurulduğunda Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Başbakan olarak atadığı İsmet Bey’e (İsmet İnönü) yazdığı mektubunda o dönemin ve şartların fotoğrafını çekmiş ve ülkenin 1923 yılındaki içinde bulunduğu şartları belirtmişti. Aralıksız 11 yıl devam eden savaşlar;1911 Traplusgarp Savaşı, 1912 1. Balkan Savaşı, 1913 2. Balkan Savaşı, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı ve 1922 sonuna kadar devam eden Kurtuluş Savaşı. Bu savaşlar ülkedeki insan kaynağını kurutan, yetişmiş insan kalmadığı bir dönem. Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı için “Biz burada bir Darül Fünun(Üniversite) gömdük” demişti. O dönemde bazı okullar kimi yıllar hiç mezun vermemiştir. Kaldı ki Kurtuluş Savaşı hariç diğerleri çeşitli politik oyunlarla önlenebilirdi. Kurtuluş Savaşı 1. Dünya Savaşı’ndaki yenilmemizin bir sonucudur.
Bu şartlar altında ki ülkede bir şahlanma gerekiyordu. Bunun için yapılan işlerden birisi de 17 Nisan 1940 tarih ve 3803 sayılı kanunla köy enstitüleri idi. Kanunla toplam 21 tane köy enstitüsü kuruldu. Cumhuriyet idarecileri kalkınmayı köyden başlatmayı düşünüyordu. Nüfusun % 80’i köylerde yaşıyordu. 40.000 köy vardı. Bütün bunları göz önüne aldığımızda yapılan tercih mantıklıydı. Bu okullar sınavla öğrenci alıyordu. Çoğunluğu eğitime ulaşım imkânları köy çocukları idi. Dolayısıyla zeki insanlardı. Bunların bir kısmı yetim veya öksüz çocuklardı.
Yani köyünden çıkan burada yetiştikten sonra tekrar köylere dönerek oradaki çoğu kendisi gibi zeki köy çocuklarına hem okuma yazma öğretiyor hem de yaptığı işlerle köylüye örnek oluyor, yardımcı oluyordu.
Öncelikle nasıl bir insan yetiştirmek gerekiyor. Bunu belirlemek gerekiyordu. Nitekim 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda bu husus şöyle dile getirilmiştir. “Atatürkçü, ahlaklı, meslek sahibi insanlar yetiştirmek” şeklinde özetlenmiştir.
Peki, Köy Enstitüleri nasıl çalışıyordu. İlkokulu bitirmiş çocuklar Bakanlık tarafından 2 aşamalı bir sınavla seçilen öğrenciler buraya gelir ve eğitim görürlerdi. Bunların barınma, yeme içme, kıyafet, hastalanan öğrencilerin tedavileri, devlet tarafından karşılanıyordu. Öğrenciler burada diğer okullardaki derslerin yanında tarım ve benzeri derslerle ve tarım uygulamaları ders ve etkinlikler ile tarımı yaparak yaşayarak öğreniyorlardı. 1986’da bile her öğrenci her yıl 3 hafta okulda çalışmak zorundaydı. Çocuk burada belki köyünde bile görmediği bitki, ağaç ve hayvanı tanıyordu. Öğrenciler burada İpek böcekçiliği, Arıcılık, kümes hayvancılığı, küçük ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğini, bunların hastalıklarını, sıhhiyeciliği, tarımı, demircilik, marangozluk vb. çeşitli meslekleri öğreniyordu. Bunları yaparak ve yaşayarak öğrenen çocuklar mezun olduğunda köylere dönüyorlardı. Böylece okulda öğrendiklerini uygulama şansı oluyordu. Böylece ekonomik olarak maaşına dokunmuyor, yaptığı bu işlerle geçimini sağlıyordu.
Yaptığı işlerle üretim yapıyor, ülke ekonomisine katkı sağlıyordu. Bunları yapıp para kazandıkça çevresine ve köylüye örnek oluyordu. Köylünün bir derdi olduğunda ona yardımcı oluyordu. Ağalık ve şeyhlikle yani feodalite ile yönetilen köylerde insanlar, ağalara muhtaç olmuyor, ağalık ve şeyhlik yavaş yavaş ölüyordu…(Devam edecek)