Cuma, Aralık 13, 2024
İNSAN HAKLARI

BARIŞ VAKFI’NIN HDP DAVALARINA İLİŞKİN BASIN AÇIKLAMASI

Demokratik siyaset hakkı herkes için temel bir haktır,kısıtlanamaz ve yasaklanamaz!

Siyasi partiler,  ülkelerin çağdaş demokratik yapısını ve halkın siyasete katılımını doğrudan işaret eden politik oluşum ve kurumlardır. İktidarın halk eliyle kullanımı ve karar alma süreçlerinin belirlenip etkilenmesi ancak siyasi partiler vasıtasıyla gerçekleşebilmekte; toplumun başta siyasal olmak üzere çok sayıdaki sorunlarının çözümü de siyasi partiler arasında geliştirilecek diyalog, müzakere ve ortaklaşmalarla mümkün olmaktadır. Bu nedenledir ki, farklı kesimlerin çeşitli görüşlerinin temsili, iktidar süreçlerinde ifade ve hayat bulabilmesinin imkânı açısından siyasi partiler, demokrasinin vaz geçilemez araçları ve barış ortamlarının garantörleridir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, düşünceyi yayma hürriyetine dayanan siyasi özgürlükleri demokratik toplumların gelişmelerini sağlayan dinamiklerinden ve bu toplumların kurucu temellerinden biri olarak nitelendirmiştir. Siyasi özgürlükler söz konusu olduğunda, çoğulculuk, hoşgörü ve sorunlara çok boyutlu bakış temel alınarak bu özgürlüğün mümkün olan en geniş sınırlarda kullanılması gerekir. Siyasi özgürlüklerin sınırlarını belirlerken düşünce açıklayan kişilerin görüşleri değer yargılarına dayanıyorsa bireylerden bu değer yargılarının doğruluklarının ya da bu değer yargılarını ileri sürerken iyi niyetli olduklarının ispatı beklenemez. Doğaları gereği değer yargıları ispat konusu yapılamazlar. Açıklanan fikirler toplumdaki başka bireylere rahatsızlık veren, onları sarsan ve hatta altüst eden bir içeriğe dahi sahip olabilirler.

Türkiye son yıllarda, başta demokratik katılım ve temsil hakkı gibi evrensel değerlerden, hukuktan, teamüllerden ve barış arayışından hızla uzaklaşmıştır. Siyasete egemen kılınan her türlü şiddet, ötekileştirici ve kutuplaştırıcı dil, hatta TBMM çatısı altında yürütülen ayrımcı muameleler sorunlarımızı çoğaltmakta, çoğulcu ve katılımcı demokratik anlayıştan uzaklaşılmakta, var olan yaralar derinleşmektedir.

Cezaevleri, demokratik muhalefet etme hakkını kullanmak isteyen yasal siyasi parti yönetici ve üyeleriyle doludur; cezaevindeki tutuklu muhalif parti yöneticileri, sivil toplum ve yerel yönetim  temsilcilerinin sayısı artık binlerle ifade edilmektedir. Nefret söylemi ve ayrımcılık,  toplu linç girişimlerine, fiili saldırılara ve  ve parti binalarının kurşunlanmasına, yakılmasına,  İzmir’de Deniz Poyraz’ın öldürülmesi ve  Ankara, Konya,  Afyon’da olduğu gibi Kürtlere yönelik toplu saldırılara vardır.  

24 yıldır Konya’nın  Meram ilçesinde yaşayan daha önce Kürt oldukları için 60 kişilik ırkçı grubun saldırısına uğrayan Dedeoğulları ailesinden  daha dün 7 kişi öldürüldü ve güpegündüz evleri yakıldı. Irkçılı, Kürt karşıtı saldırılar adeta körükleniyor. 

Bu karanlık tabloyu daha da kötüleştiren iki gelişme yine bu yıl içinde peş peşe yaşandı. 2013-2015 yılları arasında çözüm sürecinde iktidarın onayı ve izniyle görev yürüten, dönemin HDP Eş Genel Başkanları

Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın ve  parti merkez yöneticilerininde  aralarında olduğu 108 kişi hakkında Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmek üzere “Kobani davası” açıldı.

İkinci gelişme ise Yargıtay Başsavcısının, Anayasa Mahkemesi’ne HDP’nin kapatılması istemli başvurusu oldu. Başsavcısı, partinin kapatılmasının yanı sıra 451 partiliye beş yıl siyasi yasak ve ayrıca hazine yardımlarının bulunduğu banka hesabına tedbir olarak bloke konulmasını talep ediyor. Önümüzdeki aylarda AYM’de görülmeye başlanacak bu davayla, HDP’lilerin demokratik siyaset yapma ve siyasi temsil hakkı engellenmek istenmektedir.

Her iki davayla Türkiye,  demokratik siyaset zeminini bütünüyle tahrip edilme tehdidiyle karşı karşıyadır. İktidarın yargı eliyle muhalifleri terbiye etme yaklaşımı anayasaya, yasalara, evrensel hukuka aykırı olduğu gibi siyasetin sorun çözme kapasitesini de yok edebilecek bir yöntemdir.

HDP, Türkiye siyasetinde ve Türkiye toplumunda özgün yere sahip. Bu nedenle partinin kapatılması, Türkiye siyasi hayatı açısından  çok  büyük bir kötülük olacaktır. HDP, anayasa güvencesinde siyaset yapan ve TBMM’nin üçüncü büyük partisidir.  Daha çok Kürtlerin desteklediği ve bu nedenle Kürt sorunun demokratik çözümünde önemli işlevi ve sorumluğu olan bir partidir. Dolayısıyla partinin karşı karşıya kalacağı muamele, seçmenlerinin iradesine siyasi müdahale olacağı gibi Kürtler nezdinde telafisi mümkün olmayacak siyasi kırılma yaratacaktır. Toplumsal barış, uzlaşı ve demokrasi arayışlarını  olumsuz yönde etkileyecektir.

Bu nedenle başta Anayasa Mahkemesi üyeleri olmak üzere, sivil toplum örgütleri, toplumun değişik kanat önderleri, aydınları ve yazarlarına kadar bu ülkeyi ve bu ülke insanlarını seven herkes tarihsel bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Eğer Anayasada ifadesini bulduğu gibi siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları iseler, Türkiye’yi siyasi partiler mezarlığına döndüren, demokratik yaşamı felç eden, dünyada en fazla siyasi siyasi parti kapatma rekoruna ulaşmasını sağlayan bir geçmiş anti-demokratik uygulamanın yeniden canlanması sadece HDP’yi değil tüm siyasi partileri kaygılandırmalıdır.

Farklı görüş ve duyarlılıklar sahip sivil toplum örgütleri, siyasi  partiler, kanat önderleri ve yurttaşlar olarak demokratik siyaset hakkını savunmak için bir şeyler yapmalıyız. Çünkü Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karar, hepimizin geleceğini doğrudan etkileyecek karar olacak. HDP’ye vurulması istenen kilit, esasında Türkiye’nin demokrasine, barışına, hukukuna vurulmuş olacak.

Barış Vakfı Yönetim Kurulu 

HABERİN KAYNAĞINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ