Salı, Aralık 10, 2024
AÇIK GÖRÜŞ

Mezarında Ters Dönen Platon

Ferda Demirel

Efendim, malumunuz Kur’an mevsimi teşrif etti kalplerimize ve hanelerimize . O’nu okuyoruz, okutuyoruz ve dinliyoruz. O’nu anlamaya ve O’ndan öğrendiklerimizi hayatımıza nakış nakış işlemeye çalışıyoruz.

Bu okuma ve anlama sürecinde derin düşüncelere dalmam hususunda ilham kaynağı olan bir ayetin bağlamında, Antik Yunan filozofu  Platon’u ve İslami değerlere vurgu yapmalarına rağmen eylemleriyle tam  zıt  bir portre çizen iktidarın mağdur ettiği Urfa’lı Şenyaşar ailesini ele almak istedim.

Said Kürdi’nin  Arapça,Türkçe ve Kürtçe’nin birlikte kullanılması önerisine uyarak, tefekküre vesile olan ayeti üç dilde yazıyorum.

 Al-i İmran 110:

 “كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ وَلَوْ اٰمَنَ اَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۜ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَاَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ” “ Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inanmış olsalardı elbette onlar için hayırlı olurdu; içlerinden inananlar da var, fakat çoğu yoldan çıkmıştır.” (Gelî umeta Muhemmed!) Hûn umeta herî qenc in ku ji bo mirovan derketine;hûn bi qenciyê ferman dikin, ji neqenciyê vedikişînin û bi Xwedê baweriyêtînin. Eger ên xwedankitêb jî bawerî bianiyana helbet ev ji wan re çêtir dibû.Hin ji wan bawermend in û pirê wan jî fasiq in.”

Böyle bir ayetin  muhatabı olduğumuzu bilen kaç kişi var aramızda ? Kainat’ın Sahibi bizden hayır beklenilen nesil olarak bahis ediyor! Hayırlı olmanın ölçüsü ise iyiliği emir etmek ve kötülükten men etmek!  Peki! Şimdi sorgulamalara başlayalım:

İyilik adına kime ne kadar esin kaynağı olduk? Kötülükten men etmek adına neler yatık?  İyiliği eken ve yeşerten bir sivil toplum kuruluşumuz oldu mu?  İyilik nedir, diye sorsam? Savaşları engelleyen bir topluluk çıktı mı içimizden? Örneğin Kürt sorununun çözümü için barış isteyen kaç mütedeyyin var? Kuzey Suriye veya Irak’a girilmemesini isteyen peki? Tecavüzleri ve kadın cinayetlerini kınayan ? Asgari ücreti ve gelir adaletsizliğini sorgulayan? Dil ve kültür kırımına karşı duran? Dedikodu ve iftiradan arınmış ortamlar yaratan? “

İçinde yaşadığımız toplumun, sistemin ve evrenin herkes için onurlu bir yaşama alan açması için bireysel veya örgütsel olarak çabamız olmamış ve ya çok az, değil mi? Yeterli çaba olsaydı  150 sene önce Ermeniler’e ne olduğunu, 100 senedir Kürtler’in neden isyan ettiğini, Aleviler’in neden inancını gizlemek zorunda bırakıldığını, solcuların neden Diyarbakır cezaevinde işkenceye maruz kaldığını ,2021 yılında anlamak için cebri derslere maruz bırakılmazdık, sanırım. Anlıyorum, imtihan dünyası ve her zaman  evrendeki yeri, kötülük  planlamak ve uygulamaktan ibaret olan insanlar var olacak. Ama “O kötüler bu kadar cür’eti nereden buldu?”, diye sormadan edemiyorum. İçimizden hayra çağıran kötülükten  alı koymak için çaba harcayan kimse olmayınca  veya yeterli sayıda olmayınca meydan onlara kalmış, kalıyor ve kalacak gibi.

Biz, yani Ümmet-i Muhammed insanlar içinden çıkarılmış en hayırlı topluluk  sıfatını hak etmiyoruz, bu durumda. Siyasi, iktisadi, hukuki, ilmi, edebi, kültürel, sosyal vb. hayata baktığımızda bu ayetin kapsamına girmekte çok zorlanıyoruz, çünkü.  Toplum olarak da elimize azıcık fırsat geçtiğinde avam tabirle önce arabayı sonra karıyı değiştirmeyi hedefliyoruz.  Beşeri his ve heveslerimizin kölesi oluyoruz çabucak. Bize her hangi bir konuda açılan alanı, bunların tatmini için seferber ediyoruz. Kırarak, yıkarak, bozarak, helal haram tanımayarak!  Bilmiyorum kaç kişiyiz şöyle düşünen; imkanım olduğunda okul inşa edeceğim, kütüphanelere ve hapishanelere kitap bağışlayacağım, entelektüelleri ve sanatçıları destekleyeceğim, sosyal bilimlere yatırım yapacağım, müze ve sanat galerini ziyaret edeceğim, koruyucu aile olacağım, haftanın bir günü mesleğimi ücretsiz olarak icra edeceğim,  evimden kira almayacağım, arabamla komşuyu markete götüreceğim, güç odaklarının ve kalabalıkların söylediği ve yaptığı her eylemi sorgulayacağım, düşmanlık gütmeyeceğim, ıslah edici olmaya gayret edeceğim, menfaatlerime aykırı dahi olsa adaleti gözetmeye çalışacağım, arkadaşımı/eşimi/işverenimi aldatmayacağım, bireysel veya etnik benliğin esiri olmayacağım…aslında iyilik adına o kadar çok yapılacak iş var ki. Ve yine aslında kötülük sınıfına giren o kadar çok mesaj ve eylem  mevcut ki…Biraz daha sorumlu ve vicdanlı olup, kendimizi tartmamız imkan dahilindeyken nefsi isteklerimizi merkeze alıyoruz. Zalimiz değil mi? Hele ki tıpkı bizim gibi zalimleri yönetici yapıp, hareket alanlarını genişlettiğimizde zalimliğimiz tavan yapıyor.

Milattan önce  dördüncü yüzyılda yaşamış olan Antik Yunan düşünürü Platon, hocası Sokrates ile mutluluk ve ideal devlet üzerine zihinsel mesai harcarlar. Onlar da bizim gibi sancılar çekiyor ve nasıl düze çıkarız diye zaman ve enerji harcıyorlar o devirde. Bir hayır/iyilik vesilesi olarak Devlet adlıeserini bırakmış filozof  bizlere. Bakın orada ideal yönetici olarak belirli bir bilgi düzeyine sahip, ilkeli, beşeri hırs ve zaaflarını kontrol edebilen insanlardan bahis eder Platon. Ahlaki ve ilmi yeterliliği olanlara yetki vermek en büyük iyiliktir. Ahlaki ve ilmi yeterliliğe sahip olmayana yetki vermek ise en büyük kötülüktür. İyinin eline imkan geçtiğinde iyilikler katlanır, kötünün eline imkan geçtiğinde ise kötülükler katlanır. Buna şahit olmadık mı? Olduk! Gerekli dersi aldık mı? Zaman gösterecek…

İyiliği emir eden ve kötülükten men etmeye çalışan, hayırlı bir insan olmak adına Şenyaşar ailesinin başına gelenleri dillendirmek istiyorum.  Olay Urfa’da geçmektedir. Yörede nüfuz sahibi olan bir kişi siyasete atılır ve vekil olur. Zavallı Platon! “Atina’da nasıl mutlu yaşarız?” sorusuna cevap bulmak için çile çekerken, böyle bir yönetici profilini kast etmemiştir. Vekil bey bir gün esnaf ziyaretine çıkar; Şenyaşar ailesinin işlettiği dükkana gelir. Aile yöredeki zorbalık ve suçlardan bahis edince, gerginlik baş gösterir. Vekil bey çıkar oradan, elinde sopa ve silahlar olan on-on beş kişi ile tekrar döner oraya. Kavga kıyamet kopar.  Ölümler olur, kimi yaralanıp, hastahaneye kaldırılır. Polis olanları dışarıdan seyir eder, müdahale etmez. Şenyaşar ailesinin bazı bireyleri, tedavi için gittikleri hastahanede feci şekilde öldürülür. Öyle feci bir şekilde ki; baba Esvet Şenyaşar  çocukları yaralı olduğu için hastaneye gittiğinde serum şişeleri kırılarak ve oksijen tüpleri ile vura vura öldürülür. Bitti mi? Hayır! Yaralılar ambulansa sevk edilmesin diye, ambulansın tekerlekleri patlatılır. Düşünebiliyor musunuz? İnanabiliyor musunuz? Bu nasıl bir kin? Bir eleştiri ve tartışma bu kadar vahşetin yaşanmasına vesile olabiliyor! İçlerinde ıslah edici, akl-ı selim ile hareket eden kimse yok mu? Yokmuş! Şenyaşar ailesinden baba ve iki oğlu hayatını kayıp eder, üç oğlu yaralanır. Kardeşlerden biri tutuklanır. Bir diğeri başka bir hastaneye götürüldüğü için şans eseri kurtulur.

Bu olaya gizlilik kararı aldırılır ve sanki muhalif oldukları için Vekile komplo  kuruyorlar gibi bir algı yaratılmak istenir.  Gelin şimdi işin içinden çıkın!  Dava sürecinde bir çok manipülasyon ve engellemeler de olur. Şaşırdık mı? Hayır!

Meseleyi ayrıntılı bir şekilde öğrenmek isteyen haber sitelerine baş vurabilir deyip, vicdan ve merhameti harekete geçirecek bir yaklaşıma davet ediyorum sizleri! Düşünün; hiçbir düşmanlığınız olmayan bir yetkili derdinizi soruyor. Siz çözüm bulma umuduyla anlatıyorsunuz. Eleştiri ve önerilerinizi yetkili şahsileştiriyor. Orantısız güç kullanıyor. Elindeki tüm yetki ve insan gücüyle size çullanıyor. Aile bireyleriniz öldürülüyor. Size iftira atılıyor. Sesinizi kısmak istiyorlar. O acı ve öfke içinde meşru hakkınız olan adaletin tahakkuk edilmesini  istiyorsunuz; engeller, oyalamalar, hakaretler, tutuklamalar peşi sıra geliyor. Hatta Adliye’nin güvenlik şefi sizi sıkıştırıp, dövüyor. Bu insan zaten acılı ve mazlum, hiç olmazsa ben kötülük yapmayayım demiyor! Pes etmiyorsunuz,  ulaşabileceğiniz her meşru kanala müracaat ediyorsunuz. Yıllar geçiyor, sonuç yok. Acınız taptaze! Kanıyor kalbiniz! Bir anda yiten umutlar, insanlar! Bir anda beliren sistematik zulümler! Sosyal ve siyasi baskılar! Bozulan işleriniz ve psikolojiniz! Evet! Aklın ve vicdanın devre dışı kaldığı böyle bir zulmün mağduru olmak ne hissettirdi size? Adalete ulaşma konusunda yaşanan zorbalıklara peki ne dersiniz?  Çok ağır değil mi? Ağır! Onların ve bizlerin taşıyamayacağı kadar ağır!

Bugün Cuma. Ben bir vaazda işte bu zulümler konuşulsun isterdim. Yine bir vaazda “ideal bir yönetici nasıl olur?” bu irdelensin, isterdim. Yine bir vaazda “ Kolluk kuvvetlerinin zorbalık yaptıkları takdirde, bunun acısını Ahiret’te çekeceklerine” vurgu yapılmasını isterdim. Yine bir vaazda,” Hakim ve savcıların adaleti ikame etmekle görevli olduklarını, aksinin büyük vebali çağırdığının” söylenmesini isterdim. Yine bir vaazda iyiliği emir, kötülükten men etmenin hepimizin sorumluluğunda olduğunun altının çizilmesini isterdim. Öyle ya, bu kürsü insanlığı yüksek ahlak seviyesine taşımak için var. Yine bir vaazda  “Türkiye’de daha mutlu nasıl yaşarız?” sorusunun sorulması ve cemaat ile bunun üzerine konuşulmasını isterdim.

Tekrar Platon’a dönelim. Mezarında da ters dönen Platon’a.  Onlar da bu ve benzeri acılara şahit oldu mu? Olmuştur! Umutsuzluğa kapılmadan insan doğasındaki bu yıkıcılığa karşı önerileri sunmak işte o çabaların sonucu.