2. Abdülhamid
Halil Köken
Biz insanlar ve hele de Türkiye’de yaşayan Türkler olarak çok garip bir milletiz. Bizim için sadece tavla oyunundaki pullar gibi sadece siyah ve beyazdır her şey. Yani bizim için yeşil, pembe, sarı, mavi, kırmızı vb. renkler yoktur. Her şey ya siyahtır, ya da siyah. Ara renkler yoktur.
Kişiler ya hain, terörist, cehennemlik, eşkıyadır ya da cennetlik, kahraman, büyüktür. Bunun arası yoktur. Yağmurdan nem kapmak fiili hesabı insanlar en ufak bir sözü farklı yerlere anlamlara çekip sizi çeşitli şekilde suçlayabiliyor.
Bu tip nitelendirmeler özellikle tarihi kişiler için çokça yapılmaktadır. Bir öğretmen arkadaşımız yıllar önce şöyle demişti. “Türk Milleti üç konu da âlimdir. 1- Din, 2- Tarih 3- Tıp” Hayata baktığımızda bunun doğruluğunu yaşayıp gördük.
Bu uzun girişten sonra Şubat 1918 Tarihinde vefat eden Abdülhamid’e gelelim. Bu
uzun girişiminin nedeni 2. Abdülhamid’in böyle çok tartışmalı bir isim olması nedeniyledir. Bir kesime göre 2. Abdülhamid “Cennetmekan, Uluhakan, Göksultan, Büyük veli, Hiç toprak kaybetmemiş adeta Peygamberin yaşadığı bir saadet asrı gibidir.” olarak nitelendirilmekte, bir kısma göre ise “kızıl sultan, Yıldızdaki Baykuş, Kan dökücü, Hain, Diktatör” olan bir insandır. Ve işin garibi her iki kesimde kendi anlatımlarını destekleyecek argümanları vardır. En cahil olan bir insan bile bu konuda hüküm vermektedir.
Ben bir hüküm vermek yerine padişahlık yaptığı 33 yıl boyunca meydana gelen bazı olayları hatırlatacağım. Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim. Bir insanın cennetlik ya da cehennemlik olduğunu ancak Allah bilir. Sonra Bir kişi veli bile olsa ben buna inanmak zorunda değilim. Peygamberlerde bile “zelle” tabir edilen hatalar olurken diğer insanların hata yapmaması düşünülemez. Kaldı ki bir insanın veli olup olmaması veya dindar olup olmaması onun herhangi bir işi mükemmel yapacağını göstermez. Yani çok dindar bir otobüs şoförü tafik kurallarına uymadığı zaman kaza yapabilir. Onun çok dindar olması kaza yapmasına engel değildir.
Sultanın ilk büyük olayı 93 Harbi olarak adlandırılan 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşıdır. Bu savaşla beraber ilk defa Anadolu’da toprak kaybedilmiştir. Ruslar her ne kadar Plevne gibi kahramanlıkla dolu savaş olmasına rağmen sonuçta Rus Ordusu İstanbul önlerine kadar gelmiştir. Kuruluş ve yükselme döneminde savaş kazanan padişah ise bu savaşı da padişah kaybetmiştir. Rumeli’de Bulgaristan, Bosna Hersek ve Sırbistan kaybedilmiştir. Bel-ki de yazıyı okuyanlar Bulgaristan ve Bosna Hersek kaybedilmedi diye itiraz edenler olabilir. Bulgaristan ve Bosna Hersek Osmanlı’ya bağlı fakat dışişlerinde bağımsız bir prenslik olacaktı. Azınlıkların Osmanlı’dan ayrılma süreci şöyle işliyordu. Önce isyan, sonra prenslik ve en sonucunda bağımsızlık.
Akabinde Kıbrıs İngilizlere satıldı. Anlaşma hükümlerine göre burası dini olarak Osmanlı’ya bağlı kalacaktı. (Zaten işgale uğrayan bütün Müslümanların yaşadıkları topraklar dini olarak Osmanlıya bağlıydı. Cezayir, Mısır, Tunus, Kırım vb.)Bir de bu adanın işgali geçici idi. Adayı savunacak donanmayı Haliçte çürüttükten sonra işgal nasıl geçici olacaktı.
Amcası Abdülaziz donanma ile devrildiğinden dolayı donanmadan korkan Abdülhamid onu Haliç’te çürütmüş ve olmayan bir donanma ile Trablusgarp savaşına katıldığımız için bugün bile Yunanistan ile problemlerimizin başında gelen 12 adalar meselesinin ana sebebi bir korku yüzünden Haliçte çürüyen donanmadır. Abdülhamid’i savunan yazarlar Abdülaziz dönemini anlatırken Osmanlı Donanması için “Dünyanın en büyük Deniz Gücünü” oluşturdu derken dünyanın en büyük 2. Deniz gücünün Haliç’te çürütülmesi konusuna ya hiç girmiyorlar ya da “deniz gücü sürekli para yiyen bir olaydı ve çok masraflıydı bu fakir millete yazık değil mi?” gibi deli saçması bir sözle savunmaya çalışmaktadırlar. Gelecek yazımızda devam etme niyetiyle.
**Bu makale, yazarın görüşlerini yansıtır. Özgür Platform’un yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.