Gönül İster Ki Kardeşçe Yaşansın!
Hasan Cemal
Demokrasi, hukuk, özgürlük diyorsak, HDP’nin yanında durmalıyız. 6 milyon oyu olan bir partinin yok edilmesine karşı çıkmalıyız
Haberlere göz atıyorum,
boğulur gibi oluyorum.
Dokuz HDP milletvekiline hapis yolu
açılıyor:
Fatma Kurtulan, Garo Paylan,
Hüda Kaya, Meral Danış Beştaş,
Hakkı Saruhan Oluç,
Serpil Kemalbay Pekgözegü,
Sezai Temelli,
Pero Dündar, Pervin Buldan…
Bir başka HDP milletvekili
Ömer Faruk Gergerlioğlu
hakkındaki hapis cezası
Yargıtay tarafından onanmış.
Kısacası HDP’ye dönük siyasal kırım
hızla ilerliyor. Başta Selahattin Demirtaş
olmak üzere birçok HDP milletvekili,
belediye başkanı, parti yöneticisi
zaten çoktan beri demir parmaklık
arkasında yatıyor. 6 milyon oyu olan
bir parti fiilen kapatılıyor, içi boşaltılıyor,
sadece bir “tabela” haline
getirilmek isteniyor.
Demokrasi diyorsak, hukuk diyorsak,
özgürlük diyorsak, HDP’nin yanında
durmalıyız. 6 milyon oyu olan
bir partinin yok edilmesine
karşı çıkmalıyız.
Adı çıkmaz sokak olan çirkin bir oyun
bu ülkede çok oynandı.
Ama daha çok acı ve gözyaşından başka
bir şey ne yazık ki getirmedi.
Günlüğümün sayfaları
arasında dolaşırken
27 yıl önceye dalıyorum.
Diyarbakır, 1994 yılı Mart ayı.
O günü unutmam.
1994’ün Mart ayı.
Öğleden sonra televizyon
haberlerini izliyorum.
Görüntüler irkiltici.
DEP milletvekili Orhan Doğan,
ensesinde bir polisin eli,
ite kaka TBMM’den çıkarılıyor,
bir araca bindirilip gözaltına alınıyor.
Dokunulmazlıkları kaldırılan DEP’li
milletvekillerine, (Leyla Zana, Hatip
Dicle, Mahmut Alınak, Selim Sadak,
Sırrı Sakık, Orhan Doğan,
Zübeyir Aydar, Ahmet Türk)
hapis yolu açılırken, bu Orhan Doğan
fotoğrafı da belleğime çakılıp kalıyor.
Ertesi gün gazetedeki köşemde,
TBMM’nin demokrasi adına
kötü bir sınav verdiğini yazmış,
böyle bir kararın şiddet ve terörle
mücadeleyi güçlendirmeyeceğini,
Türkiye’yi dışarıda sıkıştıracağını,
Güneydoğu‘da halkla devletin arasını
daha beter açacağını belirtmiştim.
Düşünüyorum, ne yazacak tarih?
Orhan Doğan’la sohbetlerimizde
hep barışı aramıştık.
Hep silahların sustuğu günlerin
özlemini çekiyordu.
“İnsanlığın birleştirici gücü“ne
inanan bir insandı.
İnsanlığın birleştirici gücü!
Gündüz Vassaf‘ın
“Tarihi Yargılıyorum” isimli
son kitabında geçiyor:
Tarihimize bakıp aramızdaki
farklılıkları abartırken,
bizi birleştiren insanlığımızın
hayret verici gücünü, teker teker
ve hep birlikte neye muktedir
olduğumuzu yadsıyoruz.
Acaba insanlığımıza sarılsak,
Kürt sorunu yaşanır mıydı?
İnsanlığımıza sarılsak,
bu kadar şiddet yaşanır mıydı?
İnsanlığımıza sarılsak,
Orhan Doğan’lar onca yıl
demir parmaklık arkasında yaşar mıydı?
Milletvekili dokunulmazlıklarının
siyasal nedenlerle kaldırılması
demokrasiye sığmaz.
Günlüğümün sayfaları
arasında dolaşırken
yine 27 yıl öncesi…
Diyarbakır, 21 Mart 1994
İki yıl öncesine göre ne kadar farklı!
Kansız, sakin geçen bir Nevruz…
Diyarbakır Polis Evi‘nin
sekizinci katında upuzun bir masa.
İki yanında devlet sıralanmış:
Olağanüstü Hal Bölge Valisi
Ünal Erkan, Diyarbakır Valisi
İbrahim Şahin, Diyarbakır’ın
SHP’li Belediye başkanı Turgut Atalay,
Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar,
7. Kolordu Komutanı Korgeneral Metin
Sağlam, Jandarma Asayiş Komutanı
Korgeneral Hasan Kundakçı,
İkinci Taktik Hava Kuvvetleri Komutanı
Korgeneral Ergin Cilasun,
bölge MİT Başkanı, DGM savcıları,
vali muavinleri…
Bir de ben, gazeteci, Ünal Erkan’ın
torpiliyle bu ilginç masadayım,
dikkat kesilmiş olarak…
Akşam yemeği. Upuzun dikdörtgen
masanın iki ucunda iki televizyon.
Bir yandan rakılar yudumlanıyor,
bir yandan elde kumanda aleti
değişik kanalların televizyon haberleri
izleniyor. Bir ara Mehmet Ağar telefonla
Show TV’nin akşam haberlerine katılıyor.
Nevruz’un bu yıl olaysız geçmiş
olmasından herkes memnun…
Nevruz’dan bir gün önce Diyarbakır’a
geldim. Bardaktan boşanırcasına yağmur.
Terminalin önündeki ilk taksiye kapağı
attım. Saçı sakalı birbirine karışmış
şoförün ilk sözü:
“Asayişten misin abi?”
“Hayır gazeteciyim. Nedir bu hava böyle?”
“Millet tedirgin abi. Gündüz vakti
şehir merkezinde bombalama oldu.
Çok takviye polis geldi Diyarbakır’a.
Karanlık basar basmaz herkes evine çekildi.
Millet suskun.”
“Niye suskun ki?”
“Diyor ki: ‘Sen benim milletvekillerimi
(DEP’lileri) tutukladın.’ Onlar da diyor:
‘Ben devletim.’ Mesela Ahmet Türk.
Aşiret reisiydi ama sevilen insandı.
Millet sıkıntılı abi. Yüzde elli değil,
yüzde yüz sıkıntılı. Gönül ister
ki kardeşçe yaşansın.”
Bir meslektaşım saymış.
Son dört günde on sekiz kişi
ölmüş Diyarbakır’da.
Anlatıyor:
Akşam beş dedi mi herkes kaçıyor
sokaktan. Zira beşle yedi arası
infaz saati…
Kim vurduya gidebilirsin.
Faili meçhul cinayet hikâyeleri korkutucu!
Laf lafı açıyor, dinliyorum:
Muşspor pazar günkü maç için
otobüsle Diyarbakır’a geliyor.
Lice girişinde, tepedeki karakolda
durduruluyor. İstiklal Marşı‘nı
söylemeleri isteniyor.
Önce tek tek, sonra koro icrası…
Karanlık basmaya başladığı için
uygulama sonuna kadar gitmemiş…
Bir iki oyuncunun solosundan sonra
Muşsporlular yeniden yola koyulmuşlar.
Takım kaptanı yakınıyormuş,
“Yahu vali beye söylesek de, bu marş
olayından bu sefer kurtulsak.
Yoksa karanlığa kalacağız.”
İki yanında “devlet“in sıralandığı
masaya bakıyorum.
Nevruz’un olaysız geçmesinden dolayı
herkesin yüzü gülüyor. En çok da,
“Bölücü örgüt artık olay, eylem koyamaz
hale getirildi” yorumu kulaklara çalınıyor.
Nevruz’un sakin geçmesine dudak büken
televizyon haber ve yorumları rahatsızlık
yaratıyor. Cizre‘de Nevruz’u
köy korucularının da kutlamış olmasına
işaret eden haberler şöyle eleştiriliyor masada:
Unutmayın ki birkaç yıl öncesine kadar
o korucular Cizre’de sokağa çıkamıyorlardı.
Ya da bacaklarından ağaca asılıyorlardı.
Masayı dinliyorum, lafa fazla karışmadan…
Eleştiriliyor Turgut Özal.
Zamanında “bölücü örgüt“ün üzerine
devletin bütün şiddetiyle gitmesini önlediği
ve PKK’yı “bir avuç eşkıya” diyerek
önemsemediği için…
Turgut Özal
Moraller iyi.
PKK’ya özellikle son bir yıl içinde
“büyük darbeler” indirildiği belirtiliyor.
Bir komutanın sözleri:
“Ölü ele geçen bölücü teröristlerin fotoğraflarını,
filmlerini fazla vermiyoruz. Çünkü dış
kamuoyunda hoş karşılanmıyor.”
PKK’ya vurulan darbelerin sonuçlarını
bir komutan şöyle açıklıyor:
“Örgüte katılımın azalması…
Örgütle ilgili istihbaratın artması…
Lojistik desteklerine büyük darbeler
indirilmesi… Koruculuğa talebin artıyor olması…”
Bir komutanın sözleri:
Yöre halkı devletten yana.
Ayrılmayı kesin olarak düşünmüyor.
Böyle olmasa, otuz yedi tane
ordu da kursan bir şey yapamazsın.
Tam bu sırada Kemal Burkay‘la,
Almanya’da sürgünde yaşayan
Kürt liderle Show TV’de bir konuşma yayınlanıyor.
Üst düzeyde sivil bir devlet yetkilisi öfkeleniyor:
Bölücü örgütle mücadele edilirken
böyle şeyler yapılamaz.
Önce bu örgütü çökerteceksin,
sonra başka şeyleri düşünürsün.
Bu aşamada yapmaya kalkarsan,
sonu gelmez, çorap söküğü gibi gider.
Önce terörle mücadele…
Resmî devlet görüşünün özeti.
Bir komutanın, bölgede “devletten yana,
devlete karşı güçler” tahlili yaparken şöyle
bir cümlesi belleğimde iz bırakıyor:
Anladım onun Türk olduğunu…
Çünkü dedim ki gözlerinden
hıyanet okunmuyor!
Masada sık sık Başbakan Çiller‘in adı
geçiyor. Çiller, terörle mücadelede güvenlik
kuvvetlerine, askere açık çek vermiş havası
esiyor. Üst düzeyde sivil bir güvenlik
yetkilisinin sözleri:
DEP milletvekillerinin
dokunulmazlıklarının kaldırılması
ve tutuklanmaları… Çiller’in başını
çektiği bu gelişmeden dolayı
güvenlik kuvvetleri çok memnun oldu.
Moralleri iyileşti.
Yöre halkı da böylece devletin
gücünü görmüş oldu.
DEP’le ilgili bu kararı eleştirenler
buranın, bu bölgenin
gerçeklerinden habersiz…
DEP’le ilgili kararı gazetedeki köşemde
eleştirenlerden biri de bendim.
Yani masadaki devlet yetkilisinin deyişiyle,
“Bölgenin gerçeklerinden habersiz” bir
gazeteci, Hasan Cemal…
DEP milletvekillerinin Mart ayı başında,
dokunulmazlıklarının kaldırılıp
TBMM’den alınarak doğruca
hapse atılmalarını eleştirmiştim.
Sabah gazetesinin birinci sayfasındaki
köşemde 4 mart 1994’te çıkan yazımın
özeti şöyleydi:
Demokrasi adına kötü bir sınav verdi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi.
Milletvekili dokunulmazlıklarının
siyasal nedenlerle kaldırılması
demokrasiye sığmaz.
Meclis’in içinde ve çevresinde güvenlik
barikatları kurmak ve dokunulmazlığı
kaldırılan milletvekillerini apar topar
gözaltına almak bir talihsizliktir.
Adı parlamenter demokrasi olan
bir rejimin parlamentosunda
böylesine görüntülere tanık olmak
ve hele parlamento üyesi olarak bunları
onaylamak, geçiştirmek, görmezlikten
gelebilmek ya da böylesi olaylara
tahammül edebilmek de bir
başka talihsizliktir.
DEP ve Refah milletvekillerinin siyasal
gerekçelerle dokunulmazlıklarının
kaldırılması, Türkiye’de
istikrara fayda değil zarar veriyor.
PKK’yla mücadelede hedef küçülmüyor,
büyüyor. Nedense sürekli olarak
hedef toplulaştırılmasına gidiliyor.
Legal-illegal, şiddet-fikir hiç ayırt
edilmiyor. Her şey aynı kabın içine
konuyor. Bu da içte ve dışta
PKK’nın elini güçlendiriyor.
Devletin iç odaklarında sanıldığının
aksine Meclis’in bu kararı
Güneydoğu’da devleti halkın
gözünde güçlü kılmayacak.
Öyle bir görüntü aldatıcıdır.
Yöre halkı nezdinde PKK’nın
değirmenine su taşınmış oluyor.
Türk-Kürt düşmanlığını körüklemek
isteyenlerin eline de yeni bir koz geçiyor.
Bir noktayı daha belirtmek istiyorum:
İktidarda olsun muhalefette olsun
sosyal demokratların da
iyi bir sınav verdikleri söylenemez.
Çoğunluğunun kaçak güreştiğini
vurgulamak bir gerçeği saptamak olur.
(1994’de SHP, DYP ile koalisyon ortağı olarak
iktidarda, CHP ve DSP muhalefetteydi.)
Ama bir de Erdal İnönü örneği var.
Baştan beri son derece demokrat
bir tutum sergilemiş ve
dokunulmazlıkların kaldırılmasına
karşı çıkmıştır.
Erdal İnönü
TBMM Anayasa
Komisyonu’nun kararına Sayın
İnönü’nün koyduğu muhalefet
şerhlerinden ikisini özetle köşeme alıyorum:
“İlke ve pratik açılarından dokunulmazlıkların
kaldırılmasının yanlış olduğuna inanıyorum.
İlke açısından:
Her zaman savunageldiğim ilke,
düşünce özgürlüğünün, demokrasi ve
daha genel olarak insan yaşamının
temel bir niteliği olduğudur. Bu
bakımdan düşünce suçu diye bir şeyin
demokrasilerde olmaması gerektiğini,
zararlı fikirlerin de söylenmesinden
korkulmamasını, zararlı fikirler
söylenmeden, hangi fikirlerin doğru ve
yararlı olduğunun anlaşılamayacağını,
bu yapılmadan sağlıklı fikirlerin
toplumca içtenlikle benimsenemeyeceğini
her zaman ve her fırsatta öne sürdüm.
Dokunulmazlıkların kaldırılması
önerilen milletvekillerinin
sözle ve yazıyla açıkladıkları fikirlerine
hiçbir şekilde katılmıyorum.
Ama milletvekillerinin bu yanlış fikirleri
söyleme olanağını zorla ortadan
kaldırırsak, bu fikirlerin yanlışlığını
vatandaşlarımıza gönül rahatlığıyla
kabul ettiremeyiz.
Pratik açıdan:
Hepimizin ortak amacı olan vatanın
bütünlüğünü koruma davasına bu
dokunulmazlıkların kaldırılması nasıl
katkı yapar? Yararları mı, zararları mı
daha fazla olur? Zararın yarardan daha
çok olacağını görüyorum.
İstanbul Milletvekili Hasan Mezarcı‘nın
birçok konuşması, başta büyük Atatürk
olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’ni
kuranların fikirlerine ve amaçlarına
karşı bir anlayış içinde olduğunu
gösteriyor. Böyle bir anlayış
benim siyasal görüşlerime
taban tabana zıttır.
Ancak bu fikirlerin yanlışlığını
göstermek, milletvekili
dokunulmazlığını kaldırmakla olmaz.
Demokrasinin temel niteliklerinden
biri olan düşünce özgürlüğü,
tamamıyla karşısında olduğumuz
fikirlerin bile söylenmesine izin
vermekle kendini gösterir.
Bu nedenle İstanbul Milletvekili Hasan
Mezarcı’nın dile getirdiği ters fikirler
yüzünden dokunulmazlığının
kaldırılmasına karşı oy verdim.”
Bu yazımın çıktığı gün,
Erdal İnönü telefon edip yazımdan
dolayı beni kutlamış ve teşekkür etmişti.
Kürt sorunu notları devam edecek…