Cuma, Nisan 19, 2024
AÇIK GÖRÜŞ

Lale Devri

Halil Köken

Dünyanın neresinde yöneticiler halk açken vur patlasın çal oynasın oynayanlar için kullanılan bir tabir vardır. “LALE DEVRİ”

Ne demek “LALE DEVRİ”? Ruhsal hastalıklarımız dizisinde ucundan kıyısından değinip geçmiştik. Şimdi bu yazımız da bunu biraz açalım.

Lale devri 1718-1730 yılları arasında olan dönemdir. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Avusturya ile Pasarofça Anlaşmasından sonra içeriye dönmüştür. İran’ın saldırılarına rağmen İstanbul’daki rahatlarını bozamayan devletlûlar sefere çıkacağız demelerine rağmen Üsküdar’dan ileriye gidemeyip geriye dönmüşlerdir.

Lale devrinde İtfaiyenin kurulması, Cam Fabrikalarının açılması ve matbaanın gelmesi(1727) gibi faydalı şeyler de yapılmıştır. Burada matbaa ile ilgili birkaç söz söylemek lazım. Ülke de yaşayan Ermeniler, Rumlar, Yahudiler vb. azınlıklar matbaanın bulunduğu yıllarda kullanmaya başlamışlardır. Müslümanların matbaayı getirdikleri tarih 1727’dir.

Lale Devri ünlü şairi Nedim’in  “Yiyelim, içelim kam alalım dünyadan” vecizesiyle ifadesini bulan bir dönemdir. Eski Romalılar için kullanılan bir tabir vardır. Yemekten sonra yemek yeme zevkini tatmak için istiğfar yoluyla yediklerini boşaltıp tekrar yemek yiyorlardı. Bu böyle devam edip gidiyor. Fransız yazar Moliér’in bir piyesi vardır. “CİMRİ”. Orada bir söz vardır. “Yemek İçin Değil, Yaşamak İçin Yemeli”. Durum aynen budur.

Bu dönemde meşhur olan bir başka olay ise Sad abat Bahçeleri ve Lale Soğanıdır. Bir Lale Soğanının 500 altına çıktığı söylenmektedir.

Sad abat Bahçeleri ve içindeki eğlenceler Vikipedi de şöyle anlatılır: III. Ahmet zamanında bu eğlencelere daha büyük önem verildi. Önce Kâğıthane Deresinin akış yolu değiştirildi. Derenin kenarlarına mermer rıhtımlar yaptırıldı. Ayrıca otuz sütun üzerine oturtulmuş göz alıcı bir kasır (Sad abad Kasrı) inşa edildi. Kasrın önünde büyük bir havuz, çevresinde çeşitli çağlayanlar, ağızlarından su fışkıran ejderha heykelleri vardı.

 Sadabad Kasrı’ndan başka çevreye çeşitli köşkler, bahçeler, hamamlar yapıldı. Eğlenceler, hıdırellezin birinci günü (6 Mayıs) başlar, özellikle mehtaplı gecelerde sabahlara kadar devam ederdi. Zamanın şairleri, yazdıkları çeşitli şiirlerle padişahı ve sadrazamı överek, onları bu eğlencelere çağırırlardı. Ziyafetler kasırda verilir, ziyafet bittikten sonra eğlencelere dışarıda devam edilirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nda Lale Devri adıyla anılan bu dönemdeki eğlencelere, başta padişah olmak üzere bütün saray erkânı ve İstanbul halkının ileri gelenleri katılırdı. Görüldüğü gibi saray, köşk ve kasr dediğimiz israf yapılarının yapımının arttığı dönemdir.

Bir başka kaynakta Şahamettin Kuzucular’ın yazısında bu eğlenceler şöyle tarifetmektedir. Lalelerin açtığı mevsimlerde   Çırağan sarayının (Fer’iye Sarayları )  bahçeleri ve    “mehtapsız gecelerinde  çiçek tarhları arasına içinde mumlar ve kandiller  yanan  renkli fanuslar koymak, midye ve yumurta kabuklarının içine zeytinyağlı fitiller  koyarak onları yakıp  su arklarına ve  havuzlara  bırakarak  ışıklandırmak,  kaplumbağaların sırtına mumlar dikerek salıvermek, çiçeklerin arasına mücevherler  saklayarak cariyeleri onları bulmak için  salıverip, cariyelerin cilve ve işvelerini seyretmek… “ gibi eğlenceler düzenlenirdi.  Havuz başlarında, lalezar, bahçe köşkü ve çemenzarlar da kandillerin yakıldığı, sazendelerin ve hanendelerin çalıp söylediği cariyelerin çiçekler arasında gizlenen mücevherleri neşve ve işve ile aradığı  bu eğlenceler kayık sefaları  ve yalı sofralarında devam ediyordu.  Bu devir eğlencenin müziğin ve şiirin devri oldu. Şairler ve müzisyenler oldukça rağbet görmüş, ihsanlara nail olmuşlardı. Öyle ki Damat İbrahim Paşa’nın  Nedim şiirlerini okudukça  Nedim’in ağzına mücevherler doldurduğu rivayetleri ile bile yayılmıştı.

İktidar bu şatafatı yaşarken halkın durumunu Murat Bardakçı şöyle ifade etmektedir.   Viyana bozgunundan sonra toparlanmaya çalışan Osmanlı İmparatorluğu 1715’te başlayan ve üç sene devam eden savaşlarda Avusturya’ya yenilerek Sırbistan’ın bir bölümünü kaybetmişti. Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın çabalarıyla imzalanan Pasarofça Antlaşması yaklaşık 35 yıldır devam eden savaşlara son verdi ama dertler bitmedi.

25 Mayıs 1719 günü gelen deprem, İstanbul’un bir kısmını yerle bir ederken çıkan yangında Gedikpaşa’dan Kumkapı’ya uzanan sahil şeridindeki mahalleler kül oldu. Bütün bu feláketlerden sonra, Üçüncü Ahmed ve diğer devlet adamları, Sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın teşvikiyle sakin ve huzur içinde olabilmenin yolunu zevke, safaya dalmakta buldular. Türkiye barış, eğlence ve yenileşme dönemine girdi.

Halk böylesine sefalet ve kıtlık döneminde bu eğlenceleri yapanlara söyleyecek bir şey diyemiyorum. Ama halk açken, sefilken bu felaketleri yaşarken, zevk ve şatafat peşinde koşanlar benim biyolojik olarak atam olsa bile onlar benim için çift sıfırdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir