Salı, Nisan 16, 2024
AÇIK GÖRÜŞ

Sivil Toplum Ve Devlet (1)

SALİH GERGERLİOĞLU

Yönetim şekilleri; 21. yüzyıla dek çağdan çağa ve coğrafyadan coğrafyaya değişiklik göstermiş, birçoğu kendini güncellemiş, bazıları ise durağan bir seyir izlemiştir. Demokrasi kavramının, bir yönetim şekli olarak Antik Yunan’dan bu yana, farklı devletler eliyle sürekli kendini yenilemesi, eksikliklerini gidermesine ve temelini oluşturan “aktif katılımcılık” ilkesinin somutlaşmasına ortam hazırlamıştır. Demokrasi, günümüze geldiğimizde, temelde seçimlerin ve yönetime katılımın ne şekilde olacağından yola çıkarak “doğrudan”, “yarı-doğrudan” ve “temsili” olmak üzere üç farklı şekilde tezahür etmiştir.

Sözünü ettiğimiz “aktif katılımcılık” ilkesinin, üç demokrasi tipinde de sağlanabilmesi, yalnızca “seçim sistemleri” yoluyla değil, farklı sivil toplum kuruluşlarının “siyaseti yönlendirici” bir konuma getirilmesiyle mümkündür. Siyaseti yönlendirmek, yalnızca yönetici veya temsilci seçmekle değil, aynı zamanda görev süreleri boyunca tüm seçilmişlerin, toplumsal sorunları ortadan kaldırabilmesi ve sürekli değişen talepleri gerçekleştirmesiyle mümkündür. Sivil toplum, tam da bu noktada, insanın ve toplumun kendini ifade edebilmesinin bir aracı olmalıdır. Merkez ve yerel arasında bir köprü görevi üstlenmeli ve bu iki yapı arasındaki mesafe farkını önlemelidir. Aynı zamanda yerelin taleplerini dile getirmede önemli bir rol oynamalı, topluma yakınlaşmalı ve devletin dışında kalarak devlet siyasetine yön vermelidir.

Bugün birçok ülkede, hem teorik hem de pratik anlamda demokrasiden söz edebilmemiz için sivil toplumun elzem nitelik taşıdığını fark etmemiz gerekiyor. Hem demokrasiye geçişte, hem de uygulama alanındaki bu yadsınamaz niteliği, kalkınma adına başat faktörlerden biri olduğunu gösteriyor. Özellikle Doğu Avrupa ve Latin Amerika ülkelerinin demokrasiye geçiş süreçlerindeki etkisine ve kullanımına baktığımızda sivil toplumun, otoriter/totaliter yönetimlerin yıkılışının ardından demokratik değerlerin yeniden tesisi konusunda “kurucu” bir işlev üstlendiğini söylemek mümkün. Muhalif siyasetin etkisiz kaldığı ya da etkisizleştirildiği durumlarda, baskıcı yönetimlere karşı toplumun örgütlenebilmesi, bir araya gelip ortak bir eleştirel ses oluşturabilmesi için de, eski Yunan siyasi felsefesi terminolojisi içindeki tanımıyla sivil toplum, bir anlamda devlete karşı “ikinci bir polis”.

Demokratik bir anayasaya sahip olmayan ve dolayısıyla iktidarlarında da otoriterleşme eğilimlerinin görüldüğü ülkelerde sivil toplum, ya büyük oranda ortadan kaldırılmaya çalışılmış ya da devlet kontrolü altında tutulmak istenmiştir. Çünkü sivil toplum, otoriteden bağımsız, otoritenin karşısında, kendi kendini yöneten bir oluşumdur. Otoriter rejimlerin, toplumsal örgütlenmeleri bastırması, Türkiye örneğinde de görüldüğü üzere, daima bir korku iklimi oluşmasına ortam hazırlamış ve toplumu siyasetin dışına itmiştir.

İnsanın kendini ifade edebilme alanının daraltılması ve belki de yapısal anlamda bir sivil toplumun bu tip rejimlerde zorlaşması, toplumları bu alanda daha yaratıcı yöntemler bulmaya mecbur bırakıyor. Özellikle çağın getirilerini göz önünde bulundurarak sivil toplumu dijital alana taşımak, bu alandaki etkinliğini artırmak, devlet baskısının hissedildiği toplumlarda önemli bir çıkış yoludur.

Bu bakımdan sivil toplumun, bulunduğu konuma göre kendini yenileyebilmesi sağlanmalı ve onun devletin bir denetçisi, muhalifi ve demokratikleşme yolunda önemli bir sacayağı olduğu unutulmamalıdır. Sayısı ne olursa olsun, niteliği artırılmadıkça toplumda böyle bir işlevi üstlenmesi yine mümkün olmayacaktır.

Devamı gelecek…

Makalenin kaynağına buradan ulaşabilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir