Pazar, Aralık 29, 2024
AÇIK GÖRÜŞ

Sarayda Böyle Bir Adam Görmek Mümkün Mü?

Açık Görüşte bu hafta, İskender Pala’nın Mihmandar adlı romanından bir bölüm ve  onun müthiş yorumu sizlerle.

“Hilafet sarayında her türlü adam görmüştüm, ama gözünü budaktan sözünü dudaktan esirgemeyen birini ilk defa görüyorum.

“Sözüme kulak ver ey halife! Üzerimize vali tayin ettiğin o yeğenin var ya, kötü muamelesinden ve taşkınlıklarından ahali artık illallah dedi. Kapısına şikayet için gidenleri bir dövmediği kalıyor.”

Halife’nin karşısında sesini yükseltenler, zaman zaman diklenen yahut onu üstü kapalı eleştirenler olmuştu ama yüksek sesle Muaviye’nin hatalarını yüzüne karşı söyleyen olmamıştı. Halife Muaviye’nin yeğeni, Medine Valisi Mervan, halk tarafından bazen şikayet edilirdi ama bu kez Ebu Eyyüp, şikayet yerine doğrudan doğruya onun değiştirilmesini istiyordu.

-Bu talebe Halife’nin tepkisi Vali ne yapıyor ki? Oldu.

-Ebu Eyyüb, ne yapmıyor ki? diyerek; “Vali geçen ay, sırf halkı sindirmek için namazları geç kıldırmaya, halkı mescit avlusunda bekletmeye ve kendisine saygı gösterilmesini zorla istemeye başladı. Biz akşam namazını güneşin batmasından hemen sonra kılardık. Çünkü kutlu elçi “Güneş batar batmaz akşam namazını kılınız, yıldızların doğmasına bırakmayınız.” buyururdu. Mervan buna itibar etmediği gibi Cuma hutbesini de müstehap olan vaktini geçirerek okuyor.”

Halife görev vereceği adamları mümkünse akrabalarından seçer ve sadakatinden de emin olunca şiddetle savunurdu.

– Bırakalım bir valinin de o kadar tasarrufu olsun ya Ebu Eyyüb. Halkın yöneticisine itaat etmesi her zaman iyidir. Ayrıca Resulallah, “Sizi idare edenlere kötü söylemeyiniz” buyurmuyor mu?

– Kötü söylemekle hakikati söylemeyi karıştırmayın ey Halife! Emir olacak zat dinin buyruklarına ve Resulallah’ın sünnetine uyarsa halk da kendine uyar; emirlik yapanlar sünnete uymayacaklarsa halk onlara niye uysun ki?

-Siz ulülemre uymayı zaruretini bilmezden mi geliyorsunuz, Allah aşkına? Herkes yönetici hakkında ulu orta konuşur, eleştirir ve kötü söylerse dirayet gösterilmez ki.

– Galiba ey Halife, sizde Kutlu Nebi’nin yalnızca “Sizi idare edenlere kötü söylemeyiniz.” Buyurduğunu sanıyorsunuz. Hadisin devamında “Islah olmaları, yani yanlış kararlarını düzeltmeleri için Allah’a dua ediniz. Çünkü onların ıslah olmaları sizin yararınızadır.” tembihinin olduğunu hatırlatmak isterim. Valiniz, ıslah edilmesi gereken işler yaparken susalım mı?

-Bunları Valime söylediniz mi?

– Elbette söyledim. Hatta başkaları da söyledi. Dualar ederek söyledik. Ama o buna kulak asmadı. Şimdi ben de sana tebliğ vazifemi yaptım. Artık sen Halife olarak bir çare bulmazsan, Ensar’ın şehri Medine olmaktan çıkıp yeniden Yesrib olacaktır, bilesin.

-Olmaz Ebu Eyyüb’ün babası olmaz. Ashab ve tabiin isteseler de  Medine yeniden Yesrib olmaz.

– Öyledir, ashab-ı güzin isteseler de Kutlu Elçinin sünnetini bozamazlar, ruhları o derece arınmıştır çünkü. Ama dikkat etmelidir. BUGÜN SÜNNETİ SAPTIRAN, YARIN ADALETİ SAPTIRIR.

-Birilerinin saptırdığı adaleti biz toparlar, hatta yeni bir adalet anlayışı bile getiririz, merak buyurmayınız. Devlet yönetmek öyle kolay iş değildir.

Hz.Peygamber gönüllere sevgi koyarak ve gönüllere seslenerek yönetiyordu; şimdiki insanların bazılarında ne gönül kalmış ne de sevgi. Çokları kendi menfaatine olanı  Peygamber’in sevgisine tercih ediyor. Bunun içindir ki dini boş bıraktığı alanlarda kurallar gerekiyor. Ulema gerekiyor, danışman gerekiyor. Dımaşk’ta da (Şam) bunlardan fazla miktarda var, merak buyurmayınız.

– Hiç merak etmiyorum, lakin Kutlu Nebi’nin “Kötü bir danışmanın şerrinden korunan yönetici, her türlü kötülükten korunmuştur.” Dediğini işittim. Eğer danışmanlar idarecinin suyunca giderler, hakikati söylemekten çekinirlerse bundan da fenalık ve bozgunculuk çıkar! Emir olanlar fenalıktan ve bozgunculuktan bizzat kendileri el çekmelidirler ki fenalıklarda toplumdan el çeksinler.

-Ben Dünyayı fenalık ve bozgunculuk ile fesada veren bütün bir küfür dünyasına, Bizans’a savaş açmışım, sizse bana vali yüzünden tarizde bulunuyorsunuz. Ben bugün Bizans’a, denizin öte yakasında da olsanız başkentiniz İslam askerinden uzak değildir mesajını vermeye çalışıyorum, sizse bana bir kasaba yönetimini düzenlemekten bahsediyorsunuz. Nerede benim yüksek ideallerim, nerede sizin takılıp kaldığınız şu küçük aksaklıklar.  

– Biz, “Ey Halife, nefsimiz için sizden hiçbir şey istemeyiz, illa cihanın bozulma eğiliminden ve Bizans’ın ıslahından evvel kendimiz ıslah etmemiz gerektiğinden söz ederiz. Siz ise iktidarınızı güçlendirecek tantanalı işler peşindesiniz. Nefsimizle savaşıp kendimizi ıslah etmek, düşmanla savaşıp maddi zenginlik elde etmekten önce gelir. Ruh imarı yoksa, kuru kuruya memleketi imar, masiva duygusunu artırır ki oda dine ancak zarar verir”.

-Sen böyle düşünebilirsin ama emirlere memleketi imar etmek düşer. Bunun için hazine gerektir, askerleri beslemeye, insanları gözetmeye varlık gerektir. Bende senin gibi bir başıma olsam kendimi ıslahtan söz edebilirdim; ama ıslah olmayı bekleyen insanlar, şehirler ve düşmanlar var iken buna vakit ayıramam. Ben hazine istiyorum, çünkü hazine halka efendilik yapsa da emirler için yalnızca hizmetkârdır. Ben bir ülkeyi yönetiyorum. Bu ülkenin şimdiki insanları Hz. Peygamber’e mutlak itaat gösteren sahabeler gibi değil artık. İlla ki bu insanların ihtiyaçlarını, hayat biçimlerini ticaretlerini, hatta tarlalarında ne ekip biçeceklerini bile düşünmek zorundayım.  

– Ey Halife, bir ülkede askerin elinde silah bulunmasa, çarşılarda ticaret işlemez hale gelse, tarlalar ve bahçeler ziraattan kalsa o ülke yine yaşar. Ama eğer bir ülkeyi yönetenler adalet ve hukuka uygun davranmazsa, vazifeler hak etmeyen insanların elinde olursa, din bozulur, ahlak bozulur ve ülke batar. Dünyayı kuvvet ve kanunlar değil. Allah’ın koyduğu güzel ahlak ve vicdan idare eder, unutma. Bunun için kime vazife verdiğine, kimi iş başına getirdiğine dikkat et. Bilirsin ki, hak etmeyen kişiye makam vermek, hazine değerinde inciyi bataklığa atmak sayılır.

-Emin ol ki ey mihmandar-ı Resul, şimdiki nesil o inciyi kapışmak üzere bataklığa atlamaya hazır bekliyor. Şimdiki delikanlılar Peygamber’in sünnetini istedikleri kadar, servet ve refah da istiyorlar.   

-Servet ve refahtaki çokluğun, milletleri sarhoş edeceği zamanlara geliyoruz desene. Oysa ben, senin Suriye’nin fethi için hazırlanan orduya katıldığın günü hatırlarım, hiç böyle düşünmüyor. Sevinçten neredeyse felç geçiriyordun. O gün yanımdaki adam Kutlu Elçi’nin samimi bir arkadaşıydı; uhuvvet kokuyordu. Oysa şimdi karşımda dünya kokan bir adam görüyorum. Suriye fethine çıkıldığında senin Allah yolunda gaza ve şehitlik mertebesini arzulayışını hatırlarım, asla mal ve mülk kaygısında olmayan mutlu biriydin. Şimdi görüyorum ki en büyük makamı elde etmişsin, ama buna doymadığın için neredeyse kederinden öleceksin.

-Yalnızca bir günlüğüne giysilerimizi değişsek ve ben herkesin saygı gösterip itibar ettiği Ebu Eyyub olsam, sende önünde herkesin eğilmeye hazır beklediği Halife olsan ne olurdu hiç düşündün mü?” 

– Devlet hizmeti kabul edecek kadar kendimi cesur hissetmiyorum ben. İnsan doğruluktan ayrılmamaya karar vermeden devlet hizmetini kabul etmemelidir. Buna rağmen senin doğru yolda olmadığını da söylemekten geri kalmayacak, senin şer işlediğin her hususta hayır işlemeye çalışacağım. Çünkü her şey zıddıyla defedilir.”

Yukarıda, İskender PALA’nın Mihmandar adlı romanından, asırlar öncesini nakledilen ve günümüz toplumları içinde geçerliliğini koruyan; yönetilenlerin, yöneticilerini hakka, hukuka, adalete davet etmesi ve yönetenlerinde kendisini adil bir yönetici olarak ve adaletle hükmetmesi için uyarmasına ihtiyaç duyduğu bilge insanlara ne kadar ihtiyacı var.

Birçok devlet kurmuş ve çağ kapatıp çağ açmış tarihimizde, asırlarca yedi cihana hükmetmiş imparatorlukların mirası üzerinde yaşadığımız bu topraklarda bizleri yöneten devlet adamları kimlerdi? Devletin (İmparatorluğun), başına geçmeden önce Muaviye’ye en yüksek perdeden adil olmasını ve devleti adalet ile yönetmesini isteyen Hz.Peygamberin Mihmandarı Ebu Eyyub’un huzurunda kılıç kuşanıp, dua edip onun manevi huzurunda, yaratanı şahit tutarak hakkı, hukuku üstün tutup adalet ile hükmedeceğine en kutsal değerler üzerine söz verip/yemin ederek kılıç kuşandıktan sonra devlet yönetiminin başına geçen devlet adamlarıydı. Tüm bu törenlere devlet erkanı ile halk da şahitlik etmekteydi.

Asırlarca Cihana hükmeden Osmanlı İmparatorluğunun kalbi İstanbul, İstanbul’un kalbi de Eyüp derler. O koskoca imparatorluğunun başına geçenler ne zamanki hakkı, hukuku, adaleti unutup yönetilenler ile bağlarını kopararak saraylarda zevk-ü sefa içerisinde yaşamaya başladılar, o andan itibaren hızlı bir çöküş başladı.

Yönetimi altındaki toprakları bir bir kaybederken geride kalan halk çok büyük acılar çekip birçoğu bunu hayatlarıyla ödedi. En acısı da İmpatarorluğun kalbi İstanbul işgal edilip, İstanbul’un kalbi Eyüp’e kadar gelen işgal kuvvetlerinin askerleri Hz.Peygamberin Mihandarı Ebu Eyyub’un kabrinin bulunduğu toprakları çizmeleri ile çiğnedi.

Bizlere miras  bırakılan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, çöken bir imparatorluğun arkasından, adeta küllerinden yeniden doğarak inşa edilmiştir. Bizler, çok büyük acılar çekilerek ve birçoğumuzun altından kalkamayacağı fedakârlıklarla inşa edilen Devletimizi ilelebet yaşatmak ve evlatlarımıza daha yaşanabilir bir ülke bırakmak zorundayız.

Bugün yaşadığımız tüm problemlerin kaynağında adaletsizlik yatmaktadır. Bizler hakkın, hukukun, ve kamu vicdanında kabul gören bir adalet duygusunun topluma hakim olması için mücadele etmekle birlikte yönetenleri de T.C. Anayası ve evrensel hukuk kurallarına uygun bir yönetim sergilemeye davet etmek ve bunun için mücadele etmek zorundayız. Adaletin hakim olmadığı toplumlarda refahın, huzurun, barışın… Hakim olması mümkün değildir.

Çünkü; DEVLETİN DİNİ ADALETTİR.

Yılmaz Akgüç