Arabesk Kültürde Mağduriyeti Aşmak
ASLI AKDEMİR
“Acıyı vitrine çıkaranlar, her zaman öteki olmayabilir. Acı çekenlerin kendileri de artık yaşadıklarını seyirlik kılabiliyor.” Nurdan Gürbilek
Nurdan Gürbilek 1980’lerin kültürel iklimini irdelediği “Vitrinde Yaşamak” adlı kitabında, ‘80’lerde fiilin, yerini söze bıraktığından bahseder. Bunu yaparken de alışık olduklarımıza ve yaşantılarımıza yabancı keyfi bir dilin yaratıldığını, bu dilin hakikatle bağımızı kopardığını söyler. ‘80’lerden miras bu dil günümüzde hala iktidar eliyle toplumda karşılığını bularak yaşamaya devam ediyor. Bu keyfi dili kullanan iktidarın, çıkarlarına ters düşenler için kullandığı ve hakikatle alakası olmayan en tehlikeli söylemlerinden biri şüphesiz “terörist” sözcüğü. Çocuğunu yasal bir okula gönderenden, dayanışma amaçlı kermes düzenleyene; parasız, laik, anadilde eğitim talep edenden, “barış” isteyene; komşusu tarafından sevilmediği için ihbar edilenden, amirinin iki dudağının arasına sıkışanlara kadar çok farklı kesimlerden yüzbinlerce kişi mağdur edildi ve hakikatsizlik karşısında masumiyetlerini ispat etmekle yükümlü kılındı.
KHK’lar eliyle yaratılan bu mağduriyetin 9. yılında, mağdurluk yükünü atıp, geniş ölçekli mücadele aşamasına geçemeyişin sebeplerine bakarsak, yine fiilin yerini söze bırakışıyla; “dünyayla ilişkimizin aslen bir seyretme ilişkisine dönüşmesi”yle1; mağduriyet hissiyle, mağdur olmayı birbirine karıştırmakla rastlaşırız. Yaşanılan haksızlıkların yarattığı acıyı, yıkıcı olumsuz düşünceleri ve öfkeyi kontrol altına alarak harekete geçmek, zorluklarla baş etmek, olayların çözümünde kullanabilecek yetileri harekete geçirebilmek, kurtarıcının dışarıda değil, içimizde olduğunu kabul etmek normalde zorken, içinde yaşadığımız ve ’80 darbesi sonrasında derinleşen arabesk/oryantal kültürde bu daha da zorlaşıyor.
Mağduriyet hissinden kurtulmakla, acıyı bir kenara bırakmayı kastetmiyorum. Acıyı hissetmek ve yaşamak bizi erdemli insana yakın tutar. Kastettiğim, yalnızca acıyı ve yaşanılan haksızlıkları ortaya serip söze yaslanma rahatlığı. Rahatlık diyorum, çünkü yalnızca acı çekmek ve onu dillendirmek haksızlıkla baş etme ve mücadele etme sorumluluğumuzu pasifize eder. Mağdur olmakla, mağduriyet hissi en çok bu noktada birbirinden ayrılıyor. Mağduriyet hissi için söz yeterlidir. Mağduriyeti aşmak içinse fiil gerekir.
Kaderciliğe dayalı adalet duygusu olumsuz yaşantıların, haksızlıkların bizim başımıza geldiğinin kabulünü zorlaştırır. İyiliğin ödüllendirildiği bir adalet mekanizmasının varlığına dair inanç, “Yeterince acı çektim. Artık mükâfatım olan iyi yaşama kavuşmalıyım,” düşüncesini yaratır. Ancak insan eliyle yaratılan dünya böylesi bir adalet sistemini barındırmadığından yaşanılan ve yaşanılacak haksızlıkların bir sınırı da olmayacaktır. Metafizik adalet anlayışı, mağduriyet hissinden kurtulmanın ön koşulu olan başımıza gelenleri kabul edişi zorlaştırır.
Farklı biçimlere evrilse de arabesk toplumu olmaktan çıkamıyoruz. Arabesk kültür, sorunlarla baş etme ve onları çözme biçimlerimizi de şekillendiriyor. Her ne kadar bir isyankâr duruş olarak görülse de, arabesk eyleme geçmez; yalnızca söz üreterek serzenişte bulunur. Arabesk, bir karşı koyuş değil, acıyı saplantılı bir şekilde ifade etme biçimidir. İfadeye ihtiyacımız olduğu kadar, hak mücadelesine de ihtiyacımız var. Mağduriyet hissini aşmak, toplumsal arabesk kodlarımızı da aşmayı gerektiriyor. Mahalle ayrımı olmaksızın tüm kesimler bu kodları değişik şekillerde taşıyor. Birçok farklı kesim tarafından dinlenen Ahmet Kaya şarkıları, sokak eylemlerinde herkesin ilgisini çekebilen ajitatif konuşmalar, sol cenahın da bu kodlara sahip olmasına ve toplumun diğer kesimleriyle bu bağlamda kesişmesine örnek gösterilebilir.
Kimliği KHK’lı olan “teröristler” olarak fiilin eksik olduğu vitrinlerde yaşamak zor. Acıyı seven kodlarından aldığı güçle sergileneni alıp, empati kuranlar, iktidarın türettiği sözün gücünden etkilendiklerinde yüzlerine yerleşen iğrenmeden kendilerini alıkoyamıyorlar. Vitrinin içi de dışı da söze boğulduğu için aşılamayan mağduriyetler yükünü fiillerle, dayanışmayla, kolektif bir araya gelişlerle hafifletmek sorumluluğumuz.
Yine Gürbilek’ten bir alıntıyla bitireyim:
“Türkiye’de vitrinler hiç bu kadar zengin, insanların alım güçleri hiç bu kadar düşük olmamıştı. Şunu biliyoruz: ‘Görüntü, bir imaja dönüşecek kadar birikmiş sermayedir.’ Bunu biliyor olmak, bakışlarımızı vitrinin dışındaki bir hayata çevirebilecek mi?”
https://www.gazeteyenigun.com.tr/makale/22745372/asli-akdemir/arabesk-kulturde-magduriyeti-asmak