Cumartesi, Ocak 18, 2025
YAZARLAR

Doğu Ufkunda Alçalan Güneş

Bazen kader kişiyi iddiasından vurur, kararının tam tersini, kendisine gerçekleştirir.

Belli bir kesimde, Müslüman toplum oluşturma iddialarının havalarda uçuştuğu, neredeyse her mahallede bir İmamhatip okulunun
açildiği bu günlerde, hemen bir çok kişinin fark ettiği bir gerçeklik var: Toplum Müslümanlıktan uzaklaşıyor. Müslüman gençlik oluşturma amaçlı okullarda bile gençlerin kafası karışık. En dindar geçinen ailelerin çocukları bile kendi içinden çıktıkları kesime uyumsuzlar.

Sosyal medyada dönüp dolaşan, fakat ilk olarak kimin söylediğini veya nereden alıntılandığını bulamadığım bir söz var. “Modern bir Cahiliye Dönemindeyiz. Namazın kötülüklerden alıkoymadığı tesettürün örmediğimin istikamet vermediği, nasihatin
tesir etmediği ölümün ibret olmadig helalin tercih edilmediği, yanaşların reyting yaptigi bir zamanda yaşıyoruz.

Doğru tespit. Bunun sebebi, belki de zamanımızdaki Müslümanlık, islamilik anlayışıdır. İnancın şekle hapsedilmesinden. içselleştirilmemesinden de olabilir.

İnsanların Müslümanlık zannettikleri şey acaba gerçekten Müslümanlık mı? Dini referanslarda bir karışıklık mı oldu?

Yaşananlara bir sebep de şu aslinda: lslamin dort temel kaynağı olan ve önem sırasıyla, Kuran, sünnet, ioma ve kyas şeklinde ifade edilen kaynaklara daha sonradan, hükmedenlerce, ilan edilmemiş bir beşincisi eklenmiş ve bazı zamanlarda da en başta dikkate alman kaynak haline gelmiştir. Bu beşinci zorlama kaynak: devleti ele geçirenlerin kendi işlerini kolaylaştırmak için icad etmiş olduklan ve “idare-i maslahat” denilen, idari zorlamalar gerekçesiyle koyduklan kurallardır. Zaman zaman bu kurallar en temel islami kurallara bile ters düşebilmiş, idari gerekler doğrultusunda, başkalarının mülkiyet hakkı ihlal edilmiş, otoriteyle uyumsuz kesim dışlanarak iftiralara maruz kalmış, can ve mal güvenliği yok sayılmış, anayetler ve soygunlar devlet eliyle yapılmış ve ulvi bir görev aşkıyla suçlar işlenmiştir. Otoriter rejimlerde, adina devlet denilen mekanizmanın, o mekanizmayı ele geçirenlerin şahsi ihtiraslarını yerine getirmekten başka bir işlevinin olmadığı bir türlü görülememiştir.

İslami coğrafyalarda, meşnuiyetlerini dini referanslara inşa etmiş bu otoritelerce, Idari gerekliliklerden dolayı va’z edilen, çıkarılan kurallar, tartışılamaz olduğundan, zamanla gerçek dini kurallarla kanıştırılmış, hatta onların önüne geçmiştir. Devlet imkanlarıyla da durmadan halka hatırlatılan bu kurallar, giderek unutulmuş olan asıl dini anlayış ve inanışların yerine geçmiş ve bu dinen hastalıkl toplumsal yapı, asmızın inanç kanserine yol açmıştır yasal alam Bu anlayış ile her şey, otoritenin devamı aşkına ne gerekiyorsa yapılması ve bu uğurda hallon motive edilmesi için kurgulanmış.

Yapılanlan halka meşrü göstermek için, bu yapıya bir de dini elbise biçmişler ve devlete bir ulvilik eklentisiyle, devleti Müslüman yapmışlardır.

Oysa, Müslümanların deniz yolculuğunda bindiği bir gemi ne kadar Müslüman oluyorsa, insana hizmet odaklı, sosyolojik bir ihtiyaçtan
doğmuş bir organizma olan, Devlet in de Müslümanligi o kadardır. Bir tren ne kadar müslümansa, bir uçak, hatta bir fabrika, bir hastane, bir spor kulübü… ne kadar islami ise yine aynı şekilde, bir Devlet de o kadar lalamidir. Pratik akılla bakarsak, Islami devlet diye bir algı olacaksa, bu yapı, halkı Müslüman olan devlet değil, hangi coğrafyada kurulu olursa olsun, Müslümanların yaşayışını kolaylaştıran bir devlet olmalıdır. Çünkü Devlet organizmasının varoluş gerekçesi ile, insanlara hizmet sunan diğer makine, sistem ve kurumlarin var olma gerekçeleri aynı sebebe dayanır. Bu sebep, insanların maddi-manevi ihtiyaçlanını görmek hayatı daha yaşanabilir hale getirmektir.

Kadim Müslüman coğrafyalarda, bir türlü and varlık gayesini, yani insanların hayatını daha yaşan kılmayı gerçekleştiremeyen (zaten boyle bir dertleri de olmayan) bu devletler, halkı kontrollerinde tutabilmek adına kendilerine bir ulviyet ünvanı verip kendi kendilerini İslam/devlet ilan edegelmişler ve her yaptıkları icraata dini bir renk vererek itirazları kesmişlerdir.

Aslında islami devlet methumu tamamen bir sann, boş bir alacakaranlık göz aldanmasıdır. Kendini açıktan (yahut ima le) islam devleti gören bütün ülkeler aslında siyasal Islam bataklığına dalmışlar ve sözüm ona Müslümanlığa hizmet adina güverteye aldılan halk İslami yol diyerek, dipsiz bir şelaleye doğru sürüklemektedirler.

Peki bu yönelis, bu akil tutulması nereye kadar devam edecek?

Kendi akıl dişi argüman ve anlayışından oluşan suni dere yatağında akıp giden, dünyanın kalanıyla uyumsuz ve sanki asıl gayesi insanlarla islam inancı arasına zihinlerde bir aşılmaz set kurmak olan siyasal Islam heyelanının akıbeti, hiç te iç açıcı görünmüyor. Siyasal Islam anlayışı bugün, Dünyanın kadim Müslüman bolgelerindeki istam varlığını bir nesil sonra, tamamıyla tüketecek görünüyor. Sosyal gidişata bakarsak, bu akıl dişı akımın takipçiler, Islamiyet’in şekli yönünü bile yanım anlamış olan, inanç ile siyaseti birbirine katmış devlet uyumlu kalabalıklar, en başta kendi çocuklarının, devamında da dünyanın geri kalanının tepkisiyle karşılaşıp yalnızlaşarak siyasal islamın çöküşünü yaşayacaklar. Dünyanın kalan kesimince, länetliler gibi anılmaya başlayacaklar.

Hem fiziki, hem de sosyolojik kanunlara aykırı böyle bir mantalitenin en sonunda yaşayacağını yaşayacak siyasal Islam. Çoğunun Müslümanlık zannede geldiği siyasal islam anlayışı, batan bir transatlantiğin, arkasında oluşan girdap etkisiyle, ardi sira kocaman bir yıkım bırakarak, tarihin gemi mezarligina gidecek. Onulması, tamiri, fizik kurallarına göre mümkün olamayacak bir dini ve kültürel çöküş yaşanacak Doğu coğrafyasında.

Peki, devamında ne olacak? Devamında göreceğimiz şey, bir medeniyetin çöküşu, bir güneşin batışı olacak, güneşin DOGUDAN batışı

olacak…

Erdal ÇAKIR