Perşembe, Ocak 23, 2025
GÜNDEMYAZARLAR

“Vur De Vuralım, Öl De Ölelim” Partizanlığıyla Nereye Gidilir?

Seçimlerin yaklaşmasıyla ve milletvekili adaylarının belirlenmesiyle seçim çalışmaları hız kazandı. Eski başbakan ve eski dışişleri bakanı, Gelecek Partisi  kurucu Genel Başkanı Sn. Ahmet Davutoğlu ile bayram öncesi, bayram sonrası da Sn. Ekrem İmamoğlu ile dar çerçevede ülke gündemlerine dair bir arada bulunmak benim için önemli ve değerliydi.

Seçim öncesi ülke sorunları ve siyaset dışında bir şeyler konuşmak haliyle çok mümkün değildi. İtiraf etmeliyim ki artık siyaset ve ekonomi konuşmak beni ve bu toplumu mutlu etmiyor. Bu iki kavrama dayalı derin sorunları çözsek de artık daha çok bilim, sanat, tarih, edebiyat, yardımlaşma, sinema konuşsak.

Belki yukarıdaki söylemime ters düşeceğim ama, Ekrem İmamoğlu’nun konuşması sırasında özenle durduğu, benim cımbızla söküp aldığım bir kavram üzerine yazımı yazacağım.

İmamoğlu, “Partizanlık bu memleketi bölen bir duygudur. Partizanlık bu memleketi ayrıştıran bir duygudur. Evet ben partimin evladıyım. 15 senedir partime hizmet ediyorum o ayrı. Ama ben siyaseti araç olarak görüyorum. Daha doğrusu partiler halkına, milletine hizmet etmek için araçtır, amaç değildir” şeklinde önemli bir noktayı gündeme taşıdı. 

Partizanlık veya negatif kimliklenme meselesi…

Güçlü ve caydırıcı bir uyarıcıyla korunan siyaset kurumu aidiyeti “biz” duygusu yaratıyor ve bu duyguyu güçlü tutuyor. Doğal olarak bunun dışında kalanlar için “öteki” tanımlamasını da beraberinde getiriyor. “İyi, güzel, doğru” olan tüm özellikleri “biz”in içinde, “kötü, yanlış, çirkin” olan tüm özellikleri “öteki”yle özdeşleştirme duygusu tüm politik ortamı gerçekler üzerinden tartışma ihtiyacını yok ederek, kazanma duygusuyla birbirini anlama boyutunda körleşmeyi tetikliyor.

Türk siyasetinde tam anlamıyla “ideolojik körlük” durumu var. Herhangi bir siyasi partinin mensuplarının “ak” dediğine diğeri hiç sorgulamadan soruşturmadan, fayda endeksli düşünmeden anında “Hayır!!!, o kara” yanıtını verebiliyor.

Siyaset yöneticileri ve siyasi parti mensupları, kişi ve kurumlar olayları değerlendirirken nesnel gerçekliği aramak yerine daha çok kimliklerinin, ön yargılarının, duygularının, psikolojik ve sosyal benliklerinin etkisiyle hareket ediyor.

Peki bu sadece bugünün sorunu mu?

Tabii ki değil. Geçmişte de vardı ama insanlar bugünkü kadar “körü körüne savunma” noktasında değillerdi. En azından arada bir de olsa “Eleştiriler doğru mu, haklı mı acaba?” diye merak ederlerdi. Şimdilerde ise doğruluğuna, yanlışlığına bakılmaksızın anında yalanlama ve karşı tarafa pejoratif ifadeler art arda sıralanıyor.

Zira yıllardır Türkiye’de kendini“çoğunluk” olarak tanımladığı için her Allah’ın kulunu ezmeyi kendine hak gören bir anlayış hoyratlığının gelenekselliği, tedavi edemediğimiz sorunlu milli hastalığımız.

Hem meclis ortamında siyasi taraflar ve sözcüler arasında, hem ekranlarda, hem de sosyal medya platformlarında karşılıklı adap ve erkandan yoksun diyaloglar yaşanıyor.

Ortaya halkın, vatandaşın refah düzeyini arttırmaya yönelik projeler sunma yerine, kısır münakaşalar ve tartışmalar toplumsal gerilimin daha da artmasına sebep oluyor.

Dolayısıyla siyaset zemininin seviye kaybına uğrayıp radikalleşip fanatizme evrilmesi büyük sorun olarak ortaya çıkıyor.

Bunun önüne geçilmediği zamanda “vur de vuralım, öl de ölelim” gibi toplumsal infiale sebebiyet verecek sloganların salonlarda kulakları tırmaladığına maalesef ki şahit olmaya başlıyoruz.

Haz, hız ve egoya değer atfedildiği bu dönemde en basit bir eleştiri dahi saldırı olarak algılanıyor ve müdafaa refleksiyle söylemler sertleşiyor.

Çok yaygın hale gelen “firavun paranoyası” devreye giriyor ve taraflar kendisi gibi düşünmeyen önüne gelen herkesi, aklına gelen akıldan, bilimden, ahlaktan, insanilikten yoksun düşüncelerle düşmanlaştırma eylemini zevkle yerine getiriyor.

Siyasi tercihlerde, hayat felsefelerinde, inanç kabullenmelerinde fikir ayrılıkları, farklılıklar, dirençler olabilir, ama “tek doğru ve hakikat benim” tepeden inmeciliği toplumsal ahengi yerle yeksan edebiliyor.

Kutuplaşmanın had safhaya ulaştığı toplumda farklı kesimlerden oy almak hesabıyla var olan tansiyonu daha da yükseltmenin, her eleştiriyi hasmane tavır gibi algılamanın, dahası, körü körüne desteğin hiç kimseye ya da hiçbir partiye yararı olmayacaktır.

Siyaseti, bilimi ve sanatı özgürleştirdiğimizde daha anlayışlı, halden anlayan, kemale ermiş bir siyasi zeminin oluştuğuna da hep birlikte şahitlik edeceğiz.

Kırmızı bir gül, kırmızı bir gül olmak istediği için bencil değildir aslında. Eğer bahçedeki bütün öbür çiçeklerin hem kırmızı hem de gül olmalarını isteseydi, o zaman bu korkunç bir bencillik olurdu…

Beraber tebessüm edebileceğimiz 15 Mayıs sabahına uyanmak çaba ve dileğiyle…

VAHAP AKTAŞ