Hayat Pahalılığı ve Zam Üzerinden Muhalefet Yapmanın Dayanılmaz Hafifliği
Ülkemizde geçinebilmek, özellikle sabit gelirli insanlar için çok zorlaşmış durumda. Enflasyon verilerini her ay düzenli olarak açıklayan bağımsız kuruluş ENAG’a göre, son iki aylık enflasyon %176 seviyesinde. Eğer bir tanıdığınız, 3-4 aydır alış veriş için bir markete gitmiyor ve sonrasında uğraması gerekiyorsa etiket fiyatlarının kendisine kısa süreli bir şok etkisi yapacağını kendisine söyleyip uyarmanızı tavsiye ederim.
Literatürde yıllık enflasyonun yüzde %200’ü geçtiği durumlar hiperenflasyon olarak niteleniyor. Bir başka deyişle ülkemizde hiperenflasyon artık kapıda, alarm sesleri geliyor. Özellikle dar gelirlileri ilgilendiren gıda enflasyonu ile kiralardaki büyük sıçramalar, insanların belini büküyor. Enflasyonun aslında gizli bir servet transferi olduğu, ellerinde varlık tutanlar için büyük bir avantaj, gelirlerinin tamamını ya da fazlasını tüketime ayırmak zorunda olanlar için ise büyük bir felaket olduğu çok açıktır. Dar gelirliler ve sabit gelirler aleyhine büyük bir gelir aşınması oluşturan enflasyon, tek başına gelir dağılımındaki adaleti belirgin bir şekilde bozmaktadır. Şimdiki Maliye ve Hazine Bakanı da son görülen durumun dar gelirliler aleyhine olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı, daha doğrusu bu gerçeği ağzından kaçırıverdi. Bir anlamda dudaklarından belki de istemeden dökülen bu sözcüklerin esiri oldu. Yıllar geçse de hepimiz onu bu sözleriyle hatırlayacağız.
Ülkemizde milyonlarca emekli asgari ücretin, milyonlarca asgari ücretli açlık sınırının, sabit gelirle çalışanların tamamına yakını yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Özellikle büyükşehirlerde yaşayan emekliler 1 TL daha ucuz ekmek alabilmek için uzun saatler boyunca kuyrukta beklemeyi göze almış haldeler. Üniversite öğrencilerini eylül ayında büyük bir barınma sorununun beklediği çok açık.
Söz konusu hususlar, vatandaşın önemli bir gündemi haline gelmiş durumda ve muhalefet partileri ile onlara yakın medya, ilgili konuları her gün uzun uzadıya işliyor. Bazı haber bültenleri neredeyse 1 saat boyunca zamları ve hayat pahalılığını ele alıyor. Muhalefet temsilcileri attıkları mesajlar ile yapılan zamları sürekli gündemde tutuyorlar.
Buraya kadar her şeyin normal seyrinde gittiğini düşünebiliriz. “Ne var bunda, muhalefet unsurları bunları gündeme getirmesin mi?” şeklinde itirazları duyar gibiyim.
Kritik soruyu sorma zamanı geldi. Gerçekten öyle mi? Muhalefetin hemen her kanadının hayat pahalılığı ve zam takibi yapması, muhalefete seçim kazandırıp memleketin temel meselelerine esaslı ve hakkaniyetli bir çözüm getirir mi?
Şunu söylemek zorundayız ki ekonomi üzerinden muhalefet tabii ki gereklidir ancak kesinlikle yeterli değildir. Ülkenin temel meselelerini sadece zamlara indirgemek, ana konuların yeterince ele alınmasını önleyen bir perdeleme etkisi gösterebildiğini unutmamak gerekir.
“Zam muhalefeti” olarak da adlandırılabilecek bu kolaycı muhalefet yapma biçimi, aynı zamanda muhalefet temsilcilerine büyük bir konfor alanı sağlamaktadır. Bilerek ya da bilmeyerek muhalefet bu konfor alanına çekilmektedir. Çünkü sadece ekonomi üzerinden muhalefet yaptığınızda, söylemlerinizle siyasi alanda bir meydan okumaya girmemiş ve risk almamış oluyorsunuz. Ülkenin yıllardır süregelen sorunlarına değil gündelik sosyal medya akışına kendini kaptıran ve pek de fazla araştırma gereği duymadan ana düzlemde yapılan bu muhalefet biçimi, muhalif insanların içini bir nebze soğutur gibi olsa da siyasi ve toplumsal açıdan sanıldığının aksine sarsıcı bir etki oluşturmamaktadır.
Ekonominin kötü durumda olması, kur seviyesinin yükselmesi ve aşırı zamların; iktidar lehine olacağını iddia etmek tabii ki doğru değil. Bu etkenler; hemen her ülkede iktidarı zayıflatır, iktidar seçmeninde büyük güven kayıpları oluşturur. Ancak, yalnızca ekonominin kötü olması yoluyla seçimlerin muhalefet lehine gelişmesini beklemek hatalı bir iyimserlik olacaktır. Kötü ekonomi yönetimi, iktidar seçmeninde genel itibariyle negatif bir etki oluşturmakla birlikte tam ve kesin olarak bir kopuşu ya da gönül bağının kaybolmasını garanti etmez.
Son zamanlarda siyasi partilerin, konfor alanında yürütülen ve yalnızca ekonomiye yönelik muhalefet yapma biçimini terk ettiğine az da olsa şahit oluyoruz. Örneğin, ana muhalefet partisinin toplumsal kucaklaşma, helalleşme ve barış dilini yaygınlaştırma çabaları; eksikleri de olsa önümüzde iyi bir siyaset üretme biçimi olarak duruyor.
Siyaset; risk alındığında ve cesaretle sorunların üzerine gidildiğinde somut başarı getirecektir. Futbol tabiri ile söylersek, sadece savunma taktiği ile oynayarak yenilmemek mümkün olabilir, ancak şampiyon olmak isteyen takımlar kendi hücum taktikleri ile oynamayı bilmek zorundadırlar.
Siyasi muhalefet, sadece ekonomi üzerinden iktidarı eleştirme yönündeki cezbedici ve artık kendini tekrarladığı görülen muhalefet tarzını değiştirmeli ve yeni bir paradigma geliştirmelidir. Toplumun her kesimi için hak ihlallerinin giderilmesi, adalette bilinen yoğun partizan uygulamalara şiddetle karşı çıkılması, ekoloji gündemi, engelli hakları, kırılgan grupların ve KHKlıların talepleri, ağırlaşan cezaevi sorunları, farklı inanç ve kimliklerin dertleri, gençlerin kaliteli eğitim istekleri gibi alanlarda yeni ve somut çözüm öneren söylemler ile ülkeyi rahatlatacak yeni bir dil oluşturmak zorundalar. Pozitif, üretken ve en önemlisi samimi şekilde örgütlenecek yeni bir siyaset tarzı, hem kısa vadede kitleler üzerinde önemli bir etki oluşturacak hem de memleketin esaslı meselelerinin çözümü için tarihi bir fırsatı önümüze sunacaktır.
Şunu bir kez daha hatırlatmakta fayda var; siyasetin alanını barışçıl bir dille genişletmenin hepimizin talebi olması gerektiğini hiç unutmamalı, yarınlar için umudumuzu korumalıyız. Artık yeni bir siyaset dili oluşturmanın zamanı çoktan gelmiş durumdadır.
Aziz GÜLHAN