Çarşamba, Aralık 4, 2024
AÇIK GÖRÜŞ

Seyirci Kalmak !

Kenan Güngördü

Belki de çağın en büyük ve yaygın günahlarından biri elde ettiği kadarıyla yetinememek, tamamını istemek…

Doymamak, doymamak ve doymamak… 

Bu uğurda kesmek, biçmek, doğramak.

Doğayı ve insanları canlı canlı yakmak.

Çocukları, kadınları öldürmek…

Tüm bunları doymak bilmeyen ve tek taraflı kazananı oldukları sistemin devamlılığı için yapmak.

Daha fazlasına sahip olmak için yok etmek.

En masumundan, KHK’lar eliyle zehirledikleri nesilleri örnek vermek isterim.

En masumu diyorum çünkü diğer metodları arasında alenen silah çekmek de var!

Tüm Türkiye her türlü koşulda kazanan 50-100 kişinin istekleri, görüşleri, inançları ve keyfine göre şekilleniyor.

Ve bu insanlar asla doymak bilmiyor.

Asla yetmiyor onlara ellerindeki.

Hep daha fazlasını istiyorlar.

Daha fazla zulmetmek… 

Daha fazla can yakmak…

Daha fazla itaat…

Daha fazla para, daha fazla güç, daha fazla iktidar… 

Güçsüzü daha da güçsüzleştirmek…

Farklı düşüneni ortadan kaldırmak…

Para kazandıracak tarihi değeri göz kırpmadan yerle bir etmek…

Cepler dolmaya devam etsin diye doğayı katletmek…

Gerçi insanın katledildiği bir dünyada doğanın hakkına da nasıl sahip çıkılacak, nasıl korunacak?

Adaleti, doğruyu, hak hukuk meselelerini, aslında özetle insanlaşma sürecini önemsemiş ve insan kalma çabasını tek yaşam hedefi kabul etmişler çok zor yıllardan geçti.

Belki hep zordu da, yaptıklarını bir saklama çabası vardı eskiden hiç değilse.

Şimdi ona bile gerek duymadan, her türlü suç açıktan işleniyor insanlığa karşı!

Bir çoğumuz bir daha asla görsel hafızalarımızdan ve kulaklarımızdan silinemeyecek acılara tanıklık ettik.

Mesela…

Roboski’yi yaşadık.

Sur’u yaşadık.

Cizre bodrumları.

Nusaybin.

Gar Katliamı.

Suruç.

Panzerlerin arkasında sürüklenen cesetler.

Soma.

Reyhanlı…

Şöyle bir üstün körü, üzerine düşünmeden, ilk aklıma gelenleri yazdım.

Birde düşünsem neleri hatırlayacağım kim bilir.

Sayarken bile zorlandığım bu acıları hep birlikte yaşadık ve hepsini iliklerimize kadar hissettik.

İtiraz ettik, eylem yaptık, bazen kendimizi hedef yaptık.

Maalesef sadece toplumun çok küçük bir kısmından bahsediyorum.

Çoğunluk bu saydığım olaylar karşısında ‘ölü taklidi’ yapmayı tercih etti.

Çünkü kendisine göre karşı taraf olanın hakkında hep bir ‘ama’sı vardı insanların.

Özellikle muhafazakâr milliyetçiler bu konuların hemen hiç birini gündemine almadı.

Oysa büyük haksızlıklar…

Büyük kayıplar…

Katliamlar yaşanıyordu…

Maalesef çocuklar ölüyor…

Cesetler günlerce sokak ortasında beklemek zorunda kalıyordu.

Ve ‘yapmayın’ diyen herkesi en iyi koşullarda ‘vatan haini’ ilan ettiler, en fenası yaşam musluklarını kestiler, ‘KHK’ dediler, öyle dediler böyle dediler, ‘terörist’ dediler ve açlığa terkettiler, bir kısmı hâlâ cezaevlerinde ‘özgürlük mücadelesi’nde…

Memleketin yarısından fazlası fişlenmiş, fişlenmemiş olan diğer yarısının bir bölümü siyasi gerekçelerle hapiste, diğer kısmı ise açlıkla boğuşuyor, işsizlikle boğuşuyor, yaşam kaygısıyla boğuşuyor.

Yurtlar “padişaha muhalefet” eden öğrenci dahi kabul etmiyor.

Halka, iş insanlarına bir para yardımı yapılacaksa, bir ödenek sağlanacaksa “padişaha biat” edenler seçiliyor.

Her türlü hakkımız elimizden alınmış, yaşadığımız şehrin ortasından geçirecekleri “kanal”ı bile keyiflerine göre yapıyorlar, düşüncelerimiz, itirazlarımız değersiz.

Üniversiteler kan ağlıyor, muhalif gördüklerini ayıklaya ayıklaya doğru düzgün hoca kalmadı.

Devlet dairesinde iş istiyorsan sosyal medyan “rejime övgü”lerle dolu olacak.

Rejimin koalisyon ortağını eleştiren gazeteciler dövülüyor, saklama ihtiyacına bile düşülmüyor.

Medya desen delik deşik edildi, üzerine edecek kelam kalmadı.

Herhangi bir eyleme itiraz eden “terör şüphelisi” oluyor.

Sadece ‘Çocuklar ölmesin’ dediği için Ayşe öğretmenin başına gelenleri düşünün…

Bu konularda da bir muhafazakâr/milliyetçi katman bulmakta zorlanırsınız ki itiraz etsin, isyan etsin yaşananlara.

Oysa örneğin Filistin halkı bir katliamla karşı karşıya kaldığında…

Ahlaksız, insanlıktan uzak bir işgalci söz konusu olduğunda…

Biz yine ayaklanıyoruz, yine olanca gücümüzle ses çıkartıp destek veriyoruz ama sırf acıyı yaşayan taraf Müslüman diye, ‘Acınız acımızdır’ diyenleri de çok yadırgıyoruz.

Veya ‘İsrail zaten bizden değil, üstelik dinen de karşı karşıyayız’ diye düşünerek rahat rahat insanlık, savaş suçları, hak-hukuk konuşanlara da çok içerliyoruz haklı olarak.

Çünkü yıllardır yanı başlarında yaşananlara dönüp bakmadılar bile.

Ağlayanlara bir bardak su vermediler.

Kanayan yaraya merhem olmadılar.

Gücün karşısına dikilip ‘dur’ demediler.

Oysa hep beraber olsak çok daha güçlü olurduk.

Hatta belki kaybettiğimiz hakların bir kısmını kaybetmemiş olurduk!

Elbette İsrail Devletinin, İsrail içinde de sorgulanan barbarlığını kınıyoruz. Ama bir birimize karşı dürüst olacaksak; ‘Filistin’e destek devletten izinli’ bir tepkidir.

Bir yerde katliam varsa diğer tarafta mutlaka bir devlet vardır, bunu unutmayın.

İsrail Devletine tepki gösterip kendi devletinden ödü kopanlara kızmamızda bundandır işte.

Hep söylüyoruz yine söyleyelim…

Filistin’de kafasından vurularak öldürülmüş bir kadın, annesini İsrail askerinden korumak için bedenine kendisini siper etmiş ve askere çatal çekmiş bir çocuk neyse Taybet Ana’nın evlatları da odur.

Katliamın, acının, hakkın devleti ve milleti olmaz.

Filistin’e yanıp kendi topraklarında olan bitene ‘gönüllü duyarsız’ kalanlar da bu doymak bilmeyen zulüm sisteminin piyonları olmayı seçenlerdir aslında.

Ve aslında…

Şahsi çıkarı için yüzlerce çocuğun acısını görmezden gelebilmişlerdir.

Ve yine olsa yine gelebileceklerdir.

Öyle ya; seyircisiz zulüm olmazmış!

 Zeytinburnu Belediyesi Direnişçisi

Kenan Güngördü