Salı, Aralık 3, 2024
DÜNYAHABERLERHUKUKİNSAN HAKLARI

AP’nin Türkiye Raporunda Sert İfadeler

İspanyol Raportör Nacho Sanchez Amor’un hazırladığı Türkiye ilerleme raporu Dışilişkiler Komitesi’nde yapılan çok sayıda değişikliğin ardından 4’e karşı 49 oyla geçti. Taslak metinde bulunan çok sayıda ifade değiştirilerek sertleştirildi.

‘Endişe’ ifadeleri yerine ‘ciddi endişe’, ‘Türkiye’nin dış politikası’ ifadesi yerine ‘Türkiye’nin saldırgan dış politikası gibi ifadeler konulurken pek çok alanda Türkiye’ye yapılan çağrılara da ‘acil’ ifadesi eklendi.

İspanyol Raportör Amor’un hazırladığı Türkiye ilerleme raporu Dışilişkiler Komitesi’nde büyük değişikliğe uğradı. Raportör Amor’un orjinal taslak metninin üzerine verilen yüzlerce değişiklik önergesi pazarlıklar sonucu 31 ortak önerge altında toplandı ve eklenip çıkarılanlar ile rapor önemli ölçüde Türkiye aleyhine ağırlaştı.

Oldukça uzun ve kapsamlı uzun ortak değişiklik önergelerin içerisine 2021’de gerçekleşmiş gelişmeler de konuldu ve bu şekilde 2020 raporu 2021’in de önemli bir bölümünü kapsar nitelik kazandı. Bununla birlikte hali hazırda sert olan raporun dili ve içeriği daha da sertleşti.

‘Endişe’ ifadeleri yerine ‘ciddi endişe’, ‘Türkiye’nin dış politikası’ ifadesi yerine ‘Türkiye’nin saldırgan dış politikası gibi ifadeler konulurken pek çok alanda Türkiye’ye yapılan çağrılara da ‘acil’ ifadesi eklendi.

Boğaziçi olayları rapora eklendi

Boğaziçi Üniversitesi’ne ilişkin gelişmelere de yer veren raporda rektörün atanmasına verilen tepkilerin ve protestoların Türk yetkililer tarafından şiddetle bastırılmasını kınanıyor.

Öğrencilerin kitlesel gözaltına alınması, polisin barışçıl gösterilerde aşırı güç kullanmış olması, İstanbul valisinin üniversite çevresinde her türlü toplantı ve gösteriyi seçici davranarak yasaklaması eleştirilirken öğrenciler için kullanılan ifadelerden ve tasvirlerden dehşete düşüldüğü belirtiliyor.

Öğrenciler, mezunlar ve akademisyenlerin ‘teröristler’ olarak betimlenmesi ve LGBTİ gruplarının hedef alınmasının kabul edilemez olduğu kaydedilerek Türkiye’ye, barışçıl toplanma haklarını kullananlar hakkındaki tüm suçlamaları düşürme çağrısı yapılıyor.

HDP’ye yönelik kapatma davası da şiddetle kınandı

Halkın Demokratik Partisi’nin (HDP) gençlik örgütleri de dahil Türk yetkililer tarafından sürekli olarak hedef alınma şekli büyük endişeyle not ediliyor.

Türkiye Yargıtay Savcısının HDP’nin kapatılması ve 600’den fazla HDP üyesine yönelik siyasi yasaklama talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne sunduğu iddianameyi şiddetle kınıyor.

Orta vadede ciddi bir siyasi hatanın ötesinde bunun çoğulculuğa ve demokratik ilkelere geri döndürülemez bir darbe oluşturacağı ve Türkiye’deki milyonlarca seçmeni temsilsiz bırakacağı vurgulanıyor.

Eski HDP eşbaşkanları Figen Yüksekdağ, eski cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş ve Diyarbakır eski belediye başkanı Gülten Kışanak’ın Kasım 2016’dan bu yana devam eden tutuklulukları hatırlatılarak AİHM Büyük Daire kararlarına uyulmaması karşısında AP’nin dehşete düşmüş olduğu kaydediliyor ve derhal serbest bırakılmaları çağrısı yineleniyor.

Gergerlioğlu’na ilişkin gelişmeler de rapora girdi

HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliği ve dokunulmazlığının kaldırılması kararını ve ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi binasında tutuklanması kınanıyor.

Cezaevlerinde ve polis nezaretinde yapılan soygun ve taciz iddialarını parlamentoya taşıdığı ve onlara karşı sosyal medya kampanyası başlattığı gerçeği de dahil olmak üzere, bu kararın insan hakları aktivizmine misilleme olduğuna inanıldığı belirtiliyor.

Ayrıca, Ankara Cumhuriyet Başsavcısının, HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Meral Danış Beştaş, Hakkı Saruhan Oluç, Garo Paylan, Hüda Kaya, Sezai Temelli, Serpil Kemalbay da dahil olmak üzere 9 HDP milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için soruşturma hazırladığından endişe duyulduğu ifade ediliyor.

“İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını kınıyoruz”

Rapora ayrıca “Türk hükümetinin, Türkiye’yi AB ve uluslararası standartlardan uzaklaştıran ve Türkiye’nin kadına yönelik şiddeti önleme ve kadın haklarını geliştirme konusundaki taahhütlerini ciddi şekilde sorgulayan ve insan haklarının ciddi şekilde bozulduğunun açık bir işareti olarak İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını şiddetle kınamaktadır.” ifadesi konuldu.

Ülkedeki yüksek kadın cinayetleri göz önüne alındığında, Sözleşme’nin Türkiye’yi imzalayan ve onaylayan ilk ülke olması nedeniyle değişmediği için bu kararın anlaşılmaz bulunduğu ve acilen tersine çevrilmesi gerektiği ifade ediliyor.

CHP üzerinde artan baskıya dikkat çekildi

Mahkeme kararıyla parti broşürlerine el konulması da dahil olmak üzere ana muhalefet partisi CHP ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu üzerinde giderek artan baskıdan derin endişe duyulduğu belirtiliyor.

Kılıçdaroğlu’na yönelik aleni tehditler ve gerçekleşmiş fiziki saldırılar ortada dururken siyasi beyanları nedeniyle dokunulmazlığının kaldırılması gibi olası girişimler konusunda ve Eylül 2019’da yaklaşık 10 yıl hapis cezasına çarptırılan CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun sürekli siyasi ve adli tacize uğraması konusunda ciddi endişeler yineleniyor.

Yüksek seviyede yaygın yolsuzluk vurgusu

Türkiye’deki yolsuzluğun yaygınlığından endişe duyulduğu dile getirilirken Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele çerçevesinde hiçbir ilerleme belirtisi bulunmadığı vurgulanıyor ve Türkiye’ye etkili bir yolsuzlukla mücadele stratejisi ve eylem planı sunma çağrısı yapılıyor.

Kamu kurumlarının hesap verebilirliği ve şeffaflığının iyileştirilmesi gerektiği belirtilerek, Türkiye’nin organize suçla mücadelede sınırlı ilerleme kaydettiğinin de altı çiziliyor. Türkiye’nin, Europol ile işbirliğine girmesi, kara para aklama, terörizmin finansmanı ve siber suçlarla mücadeleye ilişkin düzenlemeleri iyileştirmek için veri koruma yasasını Avrupa standartlarıyla uyumlu hale getirmesi isteniyor.

Raporda yapılan değişiklikler sonucu eklenen diğer paragraflardan öne çıkan kısımlar özet olarak şöyle:

  • “Türkiye Avrupa değerlerinden ve standartlarından sürekli olarak uzaklaşmayı sürdürmesi, buna ek olarak Doğu Akdeniz’de AB üyelerine yönelik tek taraflı eylemleri, ayrıca AB ve üyelerine yönelik yer yer provokatif söylemleri AB-Türkiye ilişkilerini tarihi bir dip noktaya getirmiştir.”
  • “Pozitif ilişkiye dair beklentiler Türkiye’de şu an var olan yönetimin politikaları nedeniyle yılgınlığa uğramıştır. Buna Türkiye’nin bölgeyi istikrarsızlaştırıcı tavrı ve uluslararası hukuku tanımayan eylemleri de dahildir.”
  • “Türkiye’de reformları gerçekleştirmek için gerekli olan siyasi iradenin eksikliği, hukukun üstünlüğü ve temel haklar gibi konularda AB’nin endişelerini gidermek konusundaki başarısızlığı katılım sürecini derin ve olumsuz şekilde etkilemiş olup AB-Türkiye ilişkilerini giderek daha işlemsel ve koşulsal hale getirmiştir……..Sonuç olarak Türkiye’nin müzakere süreci de maalesef durmuş durumdadır.”
  • “Katılım sürecindeki bu donma, Türk tarafının Komisyon ve Parlamento raporlarını göz ardı etmesi hali her iki tarafta da yorgunluk yaratmıştır………Parlamento Türk tarafı gerekli reformları yapmadığı sürece Yargı ve Temel Haklar ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik alanlarındaki 23. ve 24. fasılların Konsey tarafından bloke edilmeye devam etmesi çağrısını yineler.”
  • “Türkiye’de iç politika, kurumlar ve dış politika alanlarında durumun düzelmek yerine daha kötüye gitmesinden üzüntü duyulmaktadır……..Mevcut olumsuz gidişat acil ve devamlı olarak tersine çevrilmez ise 2005 Müzakere Çerçevesi gereğince Komisyon, Türkiye ile katılım sürecinin resmen askıya alınmasını tavsiye etmelidir.”

OHAL elementleri yasalara entegre edildi

Raporun bu son halinde ayrıca temel hak ve özgürlüklerin 2016 yılında ilan edilen OHAL’den önce de kötüye gitmekte olduğunu hatırlatılıyor ve OHAL dönemindeki elementlerin yasaların içinde entegre edilmiş durumda olduğu belirtiliyor.

Alevilerin, Kürtlerin, kadınların ve LGBT’lerin protestoları başta olmak üzere rejimi eleştiren her türlü aktivizm üzerinde bilinçli, aralıksız ve sistematik baskı kurulduğu kaydediliyor. Anti-terör önlemleri ve yasalarının suistimalinin devlet politikalarının ana omurgası haline geldiği, suçun bireyselliği ilkesinin çiğnenerek kollektif suçlamalara gidildiği ve bu şekilde gazetecilerin, insan hakları aktivistlerinin, siyasi muhaliflerin itham edildiği ve yargılandığı ifade ediliyor.

Yargı reformu havada kaldı

Yargı Reformu Stratejisi ve sonraki üç yasama paketi, özellikle savcıların yaklaşımlarında fiili değişikliklere dönüşmezlerse ve mahkeme kararları uluslararası standartlara aykırı olmaya devam ederse hükümet tarafından ileri sürülen hedeflere ulaşılamayacağı belirtiliyor. Adalet sistemine erişimi iyileştirmek, etkililiğini artırmak ve makul bir süre içinde adil yargılanma hakkına daha iyi koruma sağlamak için yasama ve yargı güç kollarında ciddi bir reforma acilen ihtiyaç olduğu vurgulanıyor.

Ekim 2020’de ‘Evrensel Periyodik Gözden Geçirme’ raporu çerçevesinde, Türkiye’nin Hakimler ve Savcılar Kurulu’nu (HSK) yürütmeden bağımsız hale getirmek için bir anayasa değişikliği yapmasına yönelik tavsiyeleri kabul etmeyi reddetmesinden derin üzüntü duyulduğu kaydedilerek Türkiye’deki avukatların durumundan da yine derinden endişe duyulduğunun altı çiziliyor. Özellikle son yıllarda yüzlerce kişinin mesleki faaliyetleri ve müvekkillerini temsil ettikleri için taciz edildiği, tutuklandığı, yargılandığı ve mahkum edildiği not ediliyor. Aynı şehirde farklı baroların kurulmasının hukuk mesleğinin daha fazla siyasallaşmasına yol açacağına, bunun da hukuk mesleğinin tarafsızlık gerekliliğini zedeleyeceğine dikkat çekiliyor.

Türk makamları, avukatların bağımsızlığına saygı göstermeye ve çalışmalarını uluslararası insan hakları standartlarına uygun olarak özgürce yürütmelerine izin vermeye davet ediliyor. Sadece avukatlık mesleğini icra ettikleri için gözaltına alınan tüm avukatların derhal ve koşulsuz serbest bırakılması çağrısında bulunuluyor.

Ebru Timtik, Grup yorum ve Tahir Elçi vurguları

Avukat Ebru Timtik’in terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla yargılanmasının ardından adil yargılanma talebiyle 238 gün açlık grevi yaptıktan sonra ve temyiz başvurusu Yargıtay’da beklemedeyken ölmesinden üzüntü duyulduğu, Grup Yorum’dan müzisyenler Helin Bölek ve İbrahim Gökçek’in ardından Mustafa Koçak’ın da 2020’de adil yargılanmak için açlık grevi sonucu ölen dördüncü mahkum olduğu hatırlatıyor.

İnsan Hakları Avukatı Tahir Elçi’yi öldürmekle suçlanan üç polis memuru aleyhinde devam eden davanın nihayet olaya ilişkin tüm gerçekleri ortaya çıkarmasının beklendiği ifade ediliyor.

KHK’lılar stigmatize edildi

Aralarında öğretmenler, doktorlar, akademisyenler de dahil olmak üzere 152 binden fazla memurun da bulunduğu geniş çaplı işten çıkarmalar için etkili bir çare bulunmamasının üzüntü verici olduğu belirtilerek; görevden alınanların hem kamuda çalışmalarının kalıcı olarak yasaklandığı hem de özel sektörde önlerine engel çıkarıldığı vurgulanıyor.

Birçoğunun, kendilerinin yanı sıra aileleri üzerinde de kalıcı bir sosyal ve mesleki damgalama yediği, stigmatize edildiği ve bunun yıkıcı etkileri olmaya devam ettiğine parmak basılıyor.

Olağanüstü Hal Tedbirleri Araştırma Komisyonu’nun bağımsızlık, tarafsızlık veya verimlilikten yoksun olduğu bu nedenle de etkin işleyişi hakkında güçlü şüphelerin bulunduğu kaydediliyor. Keyfi pasaport iptallerinin yaşandığı, ilgili kişilerin dolaşım özgürlüğü üzerinde gerekçelendirilmemiş bir kısıtlama koyulduğu not ediliyor. Türk makamları ihraç edilenlerin savunma haklarına saygı göstermeye ve uluslararası standartlara uygun bir değerlendirme prosedürü sağlamaya davet ediliyor.

Medya çoğulculuğunu ve özgürlüğünü tamamen yitirdi

AB’nin temel değerlerinden biri olqn medya özgürlüğü ve bağımsızlığının önemini yineleniyor; medya kuruluşlarındaki çoğulculuk eksikliğinin yanı sıra, eleştiriyi susturmak amacıyla sık sık terörle mücadele yasalarını kötüye kullanıldığı, ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü ve bilgiye erişimi kısıtlayan orantısız ve keyfi tedbirlere ilişkin ciddi endişeler dile getiriliyor.

Türkiye’ye başta sosyal medya platformları olmak üzere medya özgürlüğünü ve ifade özgürlüğünü garanti etme çağrısı yapılarak; yazarlara, muhabirlere, köşe yazarlarına ve gazetecilere baskı uygulamak için sürekli olarak kötüye kullanılan Ceza Kanunu’nun ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ ile ilgili kısmına dikkat çekiliyor.

Hukuka aykırı olarak tutulan gazetecilerin, yazarların ve tüm medya çalışanları ile sosyal medya kullanıcılarını derhal serbest bırakılması isteniyor. Geçen yıl hapisteki gazeteci sayısının 160’tan 70’e düştüğü ancak bu sayının bile çok yüksek olduğu hatırlatılarak bu durumun ciddi bir endişe kaynağı olmaya devam ettiği kaydediliyor.

20 Ekim 2020 tarihli İstanbul Mahkemesi kararıyla önceki beraat kararı bozulup bir kez daha yargılanacak olan RSF Türkiye temsilcisi Erol Önderoğlu, insan hakları savunucusu Şebnem Korur Fincancı ve gazeteci-yazar Ahmet Nesin’in sırf bir gazete ile dayanışma gösterdikleri için “terör propagandası” suçlamasıyla karşı karşıya oldukları ve 14 buçuk yıl hapis istenildiği not düşülüyor.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ve Basın Reklam Ajansı (BİK) gibi kamu kuruluşlarının bağımsızlık ve tarafsızlık eksikliğinden derin endişe duyulduğu aktarılarak yapılan keyfi askıya alma, yasaklama ve verilen para cezalarının eleştirel medya kuruluşlarını boğmak için yapıldığı ileri sürülüyor.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından 2019 yılında 700’den fazla basın kartının iptal edildiği ve yerel ile uluslararası gazetecilerin işlerini yaparken türlü zorluklarla karşılaştıkları ifade ediliyor.

Sivil Toplum Kuruluşları zayıflatıldı

‘Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesi’ne dair yeni yasayı kınanıyor ve bunun Türkiye İçişleri Bakanlığı’na ve Cumhurbaşkanına STK’ların, iş ortaklıklarının, bağımsız grupların ve derneklerin faaliyetlerini kısıtlama konusunda geniş yetki verdiği ve sivil toplumu daha da sınırlandırmayı, kısıtlamayı ve kontrol etmeyi amaçladığının görüldüğü ifade ediliyor.

Tüm bunların yanı sıra İnsan hakları Savunucusu Osman Kavala’nın tutukluluğunun kabul edilemez olduğu, İnsan Hakları Derneği Başkan Yardımcısı Öztürk Türkdoğan’ın gözaltına alınıp salıverilmesinin gözdağı ve taciz anlamına geldiği kaydedilerek, Büyükada davasında terör suçlamalarıyla yargılananların durumuna ilişkin kınama ifadeleri kullanılıyor.

Rapora ilişkin son tartışmalar Strazburg genel oturumunda yapılacak ve raporun son hali oylanarak kabul edilecek.

Haberin kaynağına buradan ulaşabilirsiniz