Apolitik Seçmene Dair (3): Evlenmeyen İnsanlar Bize Ne Söylüyor ?
(SOSYOLOJİ YAZILARI)
(20.3.2019’DA YAYINLANMIŞTIR)
Sosyolog değilim ama bazı konular beni fazlasıyla düşünceye sevkediyor. 2008’de bu ülkede 640 bin evlilik 100 bin boşanma olmuşken, 2017’de bunların sırasıyla 590 bin ve 130 bin olması beni uzun süredir zaten üzerinde düşündüğüm bir konuda daha çok kafa yormaya itti.
Türkiye’de sadece son 20 yılın ilk 10 yılında boşanma/evlenme oranı yaklaşık 1’e 8’lerde iken bugün 1’e 5’lere gelmiş durumda.
Büyüyen bir nüfusun evlenme sayısını mutlak olarak artıramaması önemli bir işarettir. Boşanmaların oransal olarak artması belki makul gelebilir ama evliliklerin mutlak azalması bize başka şeyler söylüyor olmalı.
Konuya dair bir makale de aslında benzer istatistikleri sıralıyor.
2001 krizinin özel koşullarında ertelenen evlilikleri kenara bırakırsak, 2008’den itibaren ülkeye bir haller olmuş. İnsanlar evlenmiyor. Tabii ki evleniyor ama daha az evleniyor. Artan nüfusa rağmen nasıl oluyor da insanlar evlenme sayısını düşürmeyi başarıyor? Bu önemli bir soru ve üzerinde kafa yormaya değer.
Türkiye’de sadece 2008 mutlak rakamına kıyasla her sene 40-50 bin az evlilik gerçekleşmiş. Buna nüfus artışını da eklersek son 10 yılda evlilikten uzak duran insan sayısını 1 milyon olarak ifade edebiliriz. Boşanmalardaki artışla beraber bakıldığında burada bir şeyler olduğu anlaşılıyor.
Türkiye’yi özellikle 2010’dan itibaren farklı bir tarzda yönetmeye başlayan iktidarın bu olan bitenin farkında olmadığını düşünmek safdillik olur.
Bir ülkeyi hele ki big data – büyük veri- çağında yönetirken elinizdeki en önemli veri demografidir, sosyolojidir.
AKP gibi muhafazakar duyarlığı haiz bir iktidar döneminde evlenme istastistiklerinin dibe vurması aslında pek de beklenmez. Buna gerekçe olarak kriz de gösterilemez. En ağır kriz 2001’de yaşanmış ve sonuçları grafiğe yansıdığı üzere 1 senede izale olmuş.
Belli ki sorun ekonomi değil. Sorun ekonomi ile ilgili ama ekonominin krizi değil. Ekonominin tercihi. Basit bir istatistikle konuyu birleştirelim. Daha önce de kullandığımız bir sandık sonrası çalışması.
Daha önce de yazı konusu ettiğimiz bu raporun evkadını ve çalışmayan alanında iktidara olan yatkınlığı aslında yukarıdaki istatistikle beraber zurnayı zırt ettiriyor Anadolu deyimiyle.
AKP’nin sosyal yardımlar üzerinden kurduğu sistemin doğal bir sonucu evliliklerin azalması oluyor. Bunun sosyal güvenlik sistemini “aldatma” üzerine kurulu bazı hileli boşanmalarla da tezahür ettiği biliniyor.
Türkiye’de sosyolojik krizin buzdağının görünen yüzü evliliklerin azalmasıdır. Tabii ki insanlar evleniyor, tabii ki hala nüfusun çoğunluğu evli ama buradaki acaip eğilimin muhtaç olduğu izahat kendini adeta vitrine çıkarıyor.
Konunun apolitik seçmen bahsine dahil olduğu aşikar. AKP’nin tek bir oyunu var, kendi seçmenini manifaktür etmek. Yani üretmek. Bu seçmenin üretiminde sosyal yardım ağına dayalı yapının ne denli etkili olduğunu belli ki es geçen genel bir kesim var.
Kılıçdaroğlu önceki gece NTV’de Yunanistan’dan pamuk ve tütün ithal ettiğimizi ifade edip, Türkiye’yi üretimden kopuk bir ülke olarak tanımladı. CHP’nin bu ortamda dahi oyunu neden artırmadığı üzerinden maddeler sıralayanlar var.
Oysa ki, Türkiye’de sabit bir kesimin standart bir gelir düzeyinde fonlanarak asgari bir oy tabanının korunacağına ikna olmuş bir iktidar var. Bunun bir yolu da evlenmekten kaçınan kadınların aile maaşları ile çalışmadan hayatlarının sonuna kadar yaşayabilmeleri. Bunun böyle olduğu krizden münezzeh olarak evlenmeden de yaşanır diyerek kenara çekilen insanların zuhur etmesi.
İnsan “homo faber” yani üreten insandır. İktidarın kurduğu tuhaf yapı içinde özellikle tarımsal üretimden de koparılan geniş kitlelerin endüstri ya da hizmet sektörüne dahil olmadan hayatlarını idame ettirebilmeleri Türkiye’ye gerçek üstü bir görünüm verdi.
80 milyonluk ülke neredeyse yarısını üretim dışı tutarak işliyor. Bunun böyle olduğu öylesine aşikar ki kendisini acaip bir sosyolojik neticede gösteriyor.
Türkiye’de “elektrik kuyruğu” vardı diyerek AKP’yi savunan hanımefendinin meramını anlamadan ülkeyi de anlayamazsınız.
Bahçeli’nin çokça kullandığı ama yanlış bildiği bekanın asıl girmesi gereken parantez budur.
Türkiye’de ekonomik kriz aşılabilir, siyasi kriz aşılabilir, ama sosyolojik krizin aşılması en zor olandır.
Bunu anlamak ve anlatmak işin ilk basamağıdır.
Çözüm için yapılacak olanlar ayrı bir bahistir.
Ama sorun bilinmeden çözümü hayal dahi etmek imkan dahilinde değildir.